Astroloji kelimesi, kökü eski Yunanca’ya dayanmakla birlikte mevcut haliyle Fransızca’da da kullanılmaktadır. Kısaca ‘gök cismi’ genel anlamda ise ‘yıldız’ manasına gelen ‘astre’ ismiyle ‘bilim’e işaret eden ‘logie’ ögesinin birleşmesinden oluşmuş bir isimdir.11 Dilimizde ‘astroloji’nin karşılığı olarak ‘yıldız falcılığı’ terimi kullanılmaktadır.12
Astroloji, yeryüzünde meydana gelen bütün değişikliklerin, gök cisimlerinin özel durumları ve hareketleriyle sıkı bir ilgisi bulunduğu prensibi üzerine kurulmuştur.13 Astroloji, terim olarak “Yıldızların insanları ve olayları etkilediği inancına dayanan sözde ilim dalı”14 şeklinde de tanımlanmıştır. Kısaca, “Halk arasında yıldız falı, burç falı gibi inanışları konu edinen astroloji, güneş, ay ve yıldız gibi gök cisimlerinin oluşum ve özelliklerinin dünya üzerindeki olayların hayır ve şer niteliği kazanmasına ve insanın geleceğine etkilerini konu alan bir uğraşıdır.”15
İslam Kültürü literatüründe astroloji, ‘Yıldızların Hükümleri İlmi’ anlamına ‘İlmü Ahkâmi’n-Nücûm, Sınââtü Ahkâmi’n-Nücûm, Kazâya’n-Nücûm, İlmu’l-Ahkâm ve
Sınââtü’l-Ahkâm’ adlarıyla anılmaktadır.16 Astrolojiyle meşgul olan kişiler ise ‘Müneccim’ olarak adlandırılmıştır. Bu isimler hem astronomi ve astronomlar için hem de astroloji ve astrologlar için ortak kullanılmıştır. Bunda geçmişte astronomi ile astrolojinin hep iç içe bulunmuş olmasının ve astrologların aynı zamanda astronomi ile bazı astronomların da astroloji ile meşgul olmasının payı vardır. Çünkü astroloji, İslam bilginleri ikisini birbirinden ayırıncaya kadar geçmiş çağlar boyu astronomi ile bir mülahaza edilmiştir.17
Burçlarla ilgili ilk bilgilere Sümerlere ait çivi yazılarında rastlanmış olması göz önüne alınarak bu alana ilişkin tarihin çok eski olduğuna dikkat çekilmektedir. Elde edilen Asur Babil metinlerinde, en azından Milattan önce birinci bin yıldan itibaren burç isimlerinin bilindiği ifade edilmektedir: “Daha erken devirlere ait metinlerde adları tam olarak tespit edilemeyen bu burçların yılın belli dönemlerinde sabit bir yörünge boyunca hareket ettiğine ve hareketlerinin yeryüzündeki hayatı etkilediğine inanılırdı. Mezopotamya geleneğinde gök cisimlerinin tanrı olarak kabul edilmesi ile bu inanç arasında yakın bir ilişki mevcuttur. Buna göre insanlar hangi burcun altında doğarlarsa o burcun tanrısının etkisi ve himayesinde olurlardı. Mesela bu inanca göre Akrep döneminde doğanlar en kızgın ilahların hâkimiyetinde oldukları için tehlikeli insanlardı. Boğa döneminde doğanlar ise savaş tanrılarının himayesinde bulunduklarından iyi birer savaşçı özelliği taşırlardı.”18
Tarihi belgelerde astrolojinin Mezopotamya’da M.Ö.3000 yıllarında bir uygarlık meydana getirmiş olan Babilliler’den de daha eskiye uzandığını ortaya koyduğu ifade edilmektedir.19 Babilliler, bilimsel faaliyet olarak daha çok zaman ölçme, alan hesaplama ve tarımsal faaliyetlere yönelik astronomi ve matematik bilgileri üzerinde çalışmışlardır. Bunlara göre evren; yer, gök ve ikisi arasında bulunan okyanustan oluşmaktadır. O çağlarda Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter ve Satürn gezegenleri ile 12 takımyıldız (burçlar) bilinmektedir. Hava kirliliğinin olmadığı o devirlerde insanlar gökyüzüne baktıklarında bugünkünden çok daha fazla ve daha parlak yıldız görüyorlardı. O dönemde bazı insanlar “Yeryüzünde birçok insan var gökyüzünde de birçok yıldız var. O halde her insana bir yıldız düşebilir. Yıldızların hareketlerini inceleyerek insanların başına gelebilecek iyi ve kötü olayları önceden bilip önlemini alabiliriz.” diye düşünmüş, bu düşünceden yola çıkarak yıldız gruplarını aralarına sanal çizgiler çekerek bazı hayvan ve mitolojik karakterlere benzetip gökyüzünü bu parlak yıldızlardan oluşan takımyıldızlara ayırmış olabileceği ve böylece “Astroloji Sanatı” denilen olgunun ortaya çıktığı yorumları yapılmaktadır. Ancak Yahudi-İbrani literatüründe, Helenistik gelenekte, Hinduizm ve Budizm’de de burçların hep var olması, mesela Budist telakkiye göre tanrı niteliği taşıyan burçların, insan üzerinde doğrudan etkili kabul edilmesi20 bu tür yorumları zayıflatmaktadır. Sabitlerin bazı gruplarında, Allah Teâlâ’nın âlemi yarattıktan sonra onun tedbir ve idaresini yıldızlara bırakmış olduğu, dolayısıyla Allah’ın yıldızlar üzerinde yıldızların da bu alt âlemde etkili birer rab oldukları yolunda düşüncelere21 nispet edilmesi, astrolojinin insanların inançları üzerindeki kadim etkisi hakkında bazı ipuçları vermektedir.
“Batıda ise astroloji çalışmaları Batlamyus’un düşüncelerine dayanmaktadır. Ona göre gök cisimlerinden ışın olarak yayılan güçler, etkisi altına aldıkları yeryüzündeki varlıkların tabiatını, kendisinden yayıldıkları gök cisimlerinin tabiatını temsil etmeye yöneltirler… Güneşin her burca uğradığı esnada yaydığı ışınlar insanların tabiat ve karakterinde derin izler bırakmaktadır.”
Batıda 17. yüzyıla kadar astronomi ile astroloji birbirine hizmet etmiştir. Astronomlar geçimleri için aynı zamanda astroloji ile uğraşmakta gözlemledikleri gökcisimleri hakkında yorumlar yaparak para kazanmaktaydı. 17. yüzyıldan itibaren Galileo, Copernicus, Tycho Brahe, Kepler ve Newton gibi bilim adamları ve gözlemcilerin, gökcisimlerinin hareketlerini büyük ölçüde anlayıp açıklamalarından sonra astronomi ile astroloji birbirinden ayrılmıştır. Böylece gerçek bilim adamları gökcisimlerini yöneten yasaları keşfederek gökcisimlerinin insanların karakterleri ile hiçbir ilgisinin olmadığını ortaya çıkarmıştır. Hâlbuki bundan çok önce İslam dünyasında astroloji ile astronomi birbirinden ayrılmıştı. Farabi’nin ‘en-Nüket fi Ma Yasıhhu ve Ma la Yasıhhu min İlmi’n-Nucum’ adlı eserinde astronomiyle astrolojinin arasını ilmi usuller bakımından ayırmak istediği bilinmektedir. Aynı tavrı daha sonra İbn Sina da sürdürmüştür.23
Her ne kadar bazı Müslüman ilim adamları, dönemlerindeki astroloji geleneğinden geniş çapta etkilenmişler ve bunun bir sonucu olarak yıldızların mevki ve menzilleri
hakkındaki ayetler ile Peygamberimizden rivayet edilen Ay ve güneş gözetlemenin faziletine ilişkin hadisleri delil göstererek astroloji anlamındaki ilm-i nücûmun caiz olduğunu ileri sürmüşler ve hatta İdris ve İbrahim peygamberleri bu sanatı ilk uygulayanlar olarak tanıtmışlar25 ise de diğer taraftan İslam âlimlerinin büyük çoğunluğu, astroloji ile astronominin birbirinden ayrılmasında önemli rol oynamışlardır. İnsanların astrolojiye inanıp sıkı sıkıya bağlanmasını psikologlar şu şekilde açıklıyorlar: “Astrologlar kişinin kendini aşağılama içgüdüsünü kullanıyorlar”. Bu çok ayrıntılı bir biçimde, 1977 yılında Lawrence E. Jerome tarafından yazılmış Prometheus Books adındaki kitapta verilmiştir.26 Kitabın yazarı Arizona Üniversitesi Ordinaryüs Profesörlerden iki kişi ile birlikte, Astrolojiye karşı bir bildiri hazırlamış ve içlerinde Nobel ödüllü olanların da bulunduğu 186 bilim adamının bu bildiriyi imzalamasını sağlamıştır. Bu bildiri Amerikan The Humanist dergisinin 1975 eylül-ekim sayısında da yayınlanmıştır.
Astrolojinin bu denli yaygınlaşmasının sebeplerinden biri belki insanların eğitim seviyelerinin düşük olması, bilim ve teknolojiye karşı gösterdikleri bir tepki olabilir. Belki de dini inançlarındaki zayıflık olabilir. 1997 yılı Aralık sayısında Bilim ve Ütopya dergisinde Rennan Pekünlü’nün “Bilimin Merceğinde Astroloji” başlıklı yazısında “İnsanoğlunun kendini aşağılamak isteme içgüdüsünü eğitemezsek, umarsızlığına toplumsal çözümler bulamazsak, emeğine yabancılaşmasını engelleyemezsek astrolojinin kesin çöküşüne daha nice nesiller tanık olamayacak! Bu insanlar sorunlarının çözümü için astrolog aramayı sürdürecek, bir sorununu nasıl çözeceğini bilemeyen bir kişiye verilecek olan gelişigüzel astrolojik öneri, ne de olsa kişinin kendi kararsızlığından iyidir!”28 dediği gibi biz kendimizi gerçek manada eğitmezsek, bir şeylere devamlı sırtımızı dayamaya çalışırsak, yaptığımız hatalarda hep daha iyiye gitmez de suçu başkalarının üstüne özellikle yıldızlara atarsak ve “ne yapayım burcumun özelliği böyle” dersek astroloji de ilerlemeye devam edecektir.
Astrolojinin bilimsel görüntü vermesi de insanları etkilemektedir. Bunların başında horoskopik harita oluşturmak, almanaklarda29 gezegenlerin konumlarını saptamak ve yıldız zamanlarını hesaplamak gelmektedir. Aslında horoskop, bilmeyenler için oldukça bilimsel görünmektedir. Görünürde olduğu gibi gerçekte de öyledir. Astrolojiyi bilimsel gösteren kısım da burası olmaktadır. Horoskop yapılırken; önce gökyüzünün doğru bir haritası çizilir. Güneş, Ay ve gezegenlerin konumları yanılgısız olarak hesaplanır. Bundan sonraki kısımda ise astrologun yorum gücü devreye girer. İster bilimsel ister dini yaklaşılsın ikisi açısından da astroloji itibar edilmemesi gereken bir olgudur.
Bilimsel yaklaşım, astrolojinin sağlam bir temele oturmadığını ilmî verilerle ortaya koymaktadır. Sky & Telescope dergisinin 2001 Aralık sayısında “astrolojinin faydalarını kanıtlamak için birçok bilim adamının birçok deney yaptığını örneğin tahminlerin ne kadar tuttuğunu anlamak için birçok çalışma yapıldığını ve profesyonel astrologların tahminlerinin sizin ve benim uydurmamızdan daha iyi olmadığının ortaya çıktığı” anlatılmaktadır.30
İslamın ışığında astrolojiye bakıldığında ise Kur’ân-ı Kerim’de zaman zaman yıldızlar üzerine yemin edildiği görülmektedir. Yıldızların yerlerine ve burçlarla dolu gökyüzüne33 yemin edilmesi, çok dikkat çekicidir. Kur’an’da gök cisimleri ve yıldızlarla ilgili birçok atıflar bulunmaktadır.34 Bunların incelenmesi ve değerlendirilmesi tefsir ilminde “İlmî Tefsir” branşı içinde yer almaktadır. İlmî tefsir ekolünde bunlarla ilgili çeşitli yorum ve açıklamalar yapılmaktadır.35 Kur’ân-ı Kerim’de yıldızlara ilişkin atıflarda en dikkat çekici olan, yıldızlara asla metafizik anlamda bir güç izafe edilmemiş olması; tam tersine güneş, ay ve yıldızlar da dâhil yerde ve gökte ne varsa her şeyin Cenâb-ı Hakk’ın mutlak gücünün kontrolünde olup asla bunun dışına çıkmadığının vurgulanmasıdır. Kur’ân’ın bu husustaki tavrı son derece açık ve nettir. Buna göre gök cisimlerinin insan üzerinde metafizik anlamda hiçbir etkisi söz konusu değildir. Fizikî ve psikolojik manadaki bir etki bilimsel çerçevede değerlendirilebilecek bir etkidir. Bilim Allah’ın varlığını, birliğini ve gücünü gösteren delilleri ortaya koyar. İslam ise temel prensiplerinin bir sonucu olarak daha baştan Astrolojinin üzerine kurulduğu temel yaklaşımı reddetmektedir.
Yıldızların insanların kaderi üzerinde etkili olduğuna inanmak tevhit inancıyla bağdaşmamaktadır. Allah tektir. Onun tekliği her alanda kendini göstermektedir. Dolayısıyla göklerde ve yerdeki hâkimiyetinde de tektir. “Eğer yerde ve gökte Allah’tan başka ilahlar olsaydı kesinlikle ikisinin de düzeni bozulurdu. Demek ki, Arş’ın Rabbi Allah onların nitelemelerinden uzaktır, yücedir.”36
İşte İslam’ın bu özelliği, Allah’ın yarattığı varlıklardan olan yıldızların, insanlar üzerinde onların kaderlerini şekillendirici bir etkisinin olabileceği yolundaki inancın önünü daha baştan kesmekte ve Astrolojinin üzerine kurulduğu temel teze geçit vermemektedir. “Bu sebeplerle tarih boyunca İslam âlimleri gereken hassasiyeti göstererek Müslümanları konunun akideye yönelen tehlikelerinden korumak için sert uyarılarda bulunmuşlardır.”37 Dolayısıyla güneş, ay, burçlar ve yıldızlar gibi gök cisimlerine bağımsız bir kudret nispet etme anlamına gelebilecek her türlü inanış ve yaklaşımın önü kesilmiş olmaktadır. Bununla birlikte bazı mutasavvıflar, bir kısım İslam düşünürleri ve sanatkârlar astrolojik sistemle buna bağlı sembolleri, kâinatı bütünüyle anlamaya imkân veren bir cazibeye sahip olmalarının da tesiri altında ilgiyle karşılamışlardır. Böylece burçlarla ilgili semboller geniş bir şekilde İslam sanat ve edebiyatına da yansımıştır.’38
Netice itibariyle her ne kadar Cafer-i Sadık ve Şia bilginleri İbnü’l-Arabî ve onun ekolüne mensup sûfiler ve Fahreddin Râzî gibi bazı İslam âlimleri dönemlerindeki astroloji geleneğinin geniş çapta etkisinde kalarak o dönemde halk arasında kabul görmüş bir takım astrolojik inanışları dini bilgilerle uzlaştırma yoluna gitmişlerse de İslam âlimlerinin çoğunluğu, astrolojinin dini bilgi ve inançlarla çeliştiği ve bu işlerle uğraşanların şirke düştüğü kanaatine varmışlardır
Astroloji kelimesi, kökü eski Yunanca’ya dayanmakla birlikte mevcut haliyle Fransızca’da da kullanılmaktadır. Kısaca ‘gök cismi’ genel anlamda ise ‘yıldız’ manasına gelen ‘astre’ ismiyle ‘bilim’e işaret eden ‘logie’ ögesinin birleşmesinden oluşmuş bir isimdir.11 Dilimizde ‘astroloji’nin karşılığı olarak ‘yıldız falcılığı’ terimi kullanılmaktadır.12
Astroloji, yeryüzünde meydana gelen bütün değişikliklerin, gök cisimlerinin özel durumları ve hareketleriyle sıkı bir ilgisi bulunduğu prensibi üzerine kurulmuştur.13 Astroloji, terim olarak “Yıldızların insanları ve olayları etkilediği inancına dayanan sözde ilim dalı”14 şeklinde de tanımlanmıştır. Kısaca, “Halk arasında yıldız falı, burç falı gibi inanışları konu edinen astroloji, güneş, ay ve yıldız gibi gök cisimlerinin oluşum ve özelliklerinin dünya üzerindeki olayların hayır ve şer niteliği kazanmasına ve insanın geleceğine etkilerini konu alan bir uğraşıdır.”15
İslam Kültürü literatüründe astroloji, ‘Yıldızların Hükümleri İlmi’ anlamına ‘İlmü Ahkâmi’n-Nücûm, Sınââtü Ahkâmi’n-Nücûm, Kazâya’n-Nücûm, İlmu’l-Ahkâm ve
Sınââtü’l-Ahkâm’ adlarıyla anılmaktadır.16 Astrolojiyle meşgul olan kişiler ise ‘Müneccim’ olarak adlandırılmıştır. Bu isimler hem astronomi ve astronomlar için hem de astroloji ve astrologlar için ortak kullanılmıştır. Bunda geçmişte astronomi ile astrolojinin hep iç içe bulunmuş olmasının ve astrologların aynı zamanda astronomi ile bazı astronomların da astroloji ile meşgul olmasının payı vardır. Çünkü astroloji, İslam bilginleri ikisini birbirinden ayırıncaya kadar geçmiş çağlar boyu astronomi ile bir mülahaza edilmiştir.17
Burçlarla ilgili ilk bilgilere Sümerlere ait çivi yazılarında rastlanmış olması göz önüne alınarak bu alana ilişkin tarihin çok eski olduğuna dikkat çekilmektedir. Elde edilen Asur Babil metinlerinde, en azından Milattan önce birinci bin yıldan itibaren burç isimlerinin bilindiği ifade edilmektedir: “Daha erken devirlere ait metinlerde adları tam olarak tespit edilemeyen bu burçların yılın belli dönemlerinde sabit bir yörünge boyunca hareket ettiğine ve hareketlerinin yeryüzündeki hayatı etkilediğine inanılırdı. Mezopotamya geleneğinde gök cisimlerinin tanrı olarak kabul edilmesi ile bu inanç arasında yakın bir ilişki mevcuttur. Buna göre insanlar hangi burcun altında doğarlarsa o burcun tanrısının etkisi ve himayesinde olurlardı. Mesela bu inanca göre Akrep döneminde doğanlar en kızgın ilahların hâkimiyetinde oldukları için tehlikeli insanlardı. Boğa döneminde doğanlar ise savaş tanrılarının himayesinde bulunduklarından iyi birer savaşçı özelliği taşırlardı.”18
Tarihi belgelerde astrolojinin Mezopotamya’da M.Ö.3000 yıllarında bir uygarlık meydana getirmiş olan Babilliler’den de daha eskiye uzandığını ortaya koyduğu ifade edilmektedir.19 Babilliler, bilimsel faaliyet olarak daha çok zaman ölçme, alan hesaplama ve tarımsal faaliyetlere yönelik astronomi ve matematik bilgileri üzerinde çalışmışlardır. Bunlara göre evren; yer, gök ve ikisi arasında bulunan okyanustan oluşmaktadır. O çağlarda Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter ve Satürn gezegenleri ile 12 takımyıldız (burçlar) bilinmektedir. Hava kirliliğinin olmadığı o devirlerde insanlar gökyüzüne baktıklarında bugünkünden çok daha fazla ve daha parlak yıldız görüyorlardı. O dönemde bazı insanlar “Yeryüzünde birçok insan var gökyüzünde de birçok yıldız var. O halde her insana bir yıldız düşebilir. Yıldızların hareketlerini inceleyerek insanların başına gelebilecek iyi ve kötü olayları önceden bilip önlemini alabiliriz.” diye düşünmüş, bu düşünceden yola çıkarak yıldız gruplarını aralarına sanal çizgiler çekerek bazı hayvan ve mitolojik karakterlere benzetip gökyüzünü bu parlak yıldızlardan oluşan takımyıldızlara ayırmış olabileceği ve böylece “Astroloji Sanatı” denilen olgunun ortaya çıktığı yorumları yapılmaktadır. Ancak Yahudi-İbrani literatüründe, Helenistik gelenekte, Hinduizm ve Budizm’de de burçların hep var olması, mesela Budist telakkiye göre tanrı niteliği taşıyan burçların, insan üzerinde doğrudan etkili kabul edilmesi20 bu tür yorumları zayıflatmaktadır. Sabitlerin bazı gruplarında, Allah Teâlâ’nın âlemi yarattıktan sonra onun tedbir ve idaresini yıldızlara bırakmış olduğu, dolayısıyla Allah’ın yıldızlar üzerinde yıldızların da bu alt âlemde etkili birer rab oldukları yolunda düşüncelere21 nispet edilmesi, astrolojinin insanların inançları üzerindeki kadim etkisi hakkında bazı ipuçları vermektedir.
“Batıda ise astroloji çalışmaları Batlamyus’un düşüncelerine dayanmaktadır. Ona göre gök cisimlerinden ışın olarak yayılan güçler, etkisi altına aldıkları yeryüzündeki varlıkların tabiatını, kendisinden yayıldıkları gök cisimlerinin tabiatını temsil etmeye yöneltirler… Güneşin her burca uğradığı esnada yaydığı ışınlar insanların tabiat ve karakterinde derin izler bırakmaktadır.”
Batıda 17. yüzyıla kadar astronomi ile astroloji birbirine hizmet etmiştir. Astronomlar geçimleri için aynı zamanda astroloji ile uğraşmakta gözlemledikleri gökcisimleri hakkında yorumlar yaparak para kazanmaktaydı. 17. yüzyıldan itibaren Galileo, Copernicus, Tycho Brahe, Kepler ve Newton gibi bilim adamları ve gözlemcilerin, gökcisimlerinin hareketlerini büyük ölçüde anlayıp açıklamalarından sonra astronomi ile astroloji birbirinden ayrılmıştır. Böylece gerçek bilim adamları gökcisimlerini yöneten yasaları keşfederek gökcisimlerinin insanların karakterleri ile hiçbir ilgisinin olmadığını ortaya çıkarmıştır. Hâlbuki bundan çok önce İslam dünyasında astroloji ile astronomi birbirinden ayrılmıştı. Farabi’nin ‘en-Nüket fi Ma Yasıhhu ve Ma la Yasıhhu min İlmi’n-Nucum’ adlı eserinde astronomiyle astrolojinin arasını ilmi usuller bakımından ayırmak istediği bilinmektedir. Aynı tavrı daha sonra İbn Sina da sürdürmüştür.23
Her ne kadar bazı Müslüman ilim adamları, dönemlerindeki astroloji geleneğinden geniş çapta etkilenmişler ve bunun bir sonucu olarak yıldızların mevki ve menzilleri
hakkındaki ayetler ile Peygamberimizden rivayet edilen Ay ve güneş gözetlemenin faziletine ilişkin hadisleri delil göstererek astroloji anlamındaki ilm-i nücûmun caiz olduğunu ileri sürmüşler ve hatta İdris ve İbrahim peygamberleri bu sanatı ilk uygulayanlar olarak tanıtmışlar25 ise de diğer taraftan İslam âlimlerinin büyük çoğunluğu, astroloji ile astronominin birbirinden ayrılmasında önemli rol oynamışlardır. İnsanların astrolojiye inanıp sıkı sıkıya bağlanmasını psikologlar şu şekilde açıklıyorlar: “Astrologlar kişinin kendini aşağılama içgüdüsünü kullanıyorlar”. Bu çok ayrıntılı bir biçimde, 1977 yılında Lawrence E. Jerome tarafından yazılmış Prometheus Books adındaki kitapta verilmiştir.26 Kitabın yazarı Arizona Üniversitesi Ordinaryüs Profesörlerden iki kişi ile birlikte, Astrolojiye karşı bir bildiri hazırlamış ve içlerinde Nobel ödüllü olanların da bulunduğu 186 bilim adamının bu bildiriyi imzalamasını sağlamıştır. Bu bildiri Amerikan The Humanist dergisinin 1975 eylül-ekim sayısında da yayınlanmıştır.
Astrolojinin bu denli yaygınlaşmasının sebeplerinden biri belki insanların eğitim seviyelerinin düşük olması, bilim ve teknolojiye karşı gösterdikleri bir tepki olabilir. Belki de dini inançlarındaki zayıflık olabilir. 1997 yılı Aralık sayısında Bilim ve Ütopya dergisinde Rennan Pekünlü’nün “Bilimin Merceğinde Astroloji” başlıklı yazısında “İnsanoğlunun kendini aşağılamak isteme içgüdüsünü eğitemezsek, umarsızlığına toplumsal çözümler bulamazsak, emeğine yabancılaşmasını engelleyemezsek astrolojinin kesin çöküşüne daha nice nesiller tanık olamayacak! Bu insanlar sorunlarının çözümü için astrolog aramayı sürdürecek, bir sorununu nasıl çözeceğini bilemeyen bir kişiye verilecek olan gelişigüzel astrolojik öneri, ne de olsa kişinin kendi kararsızlığından iyidir!”28 dediği gibi biz kendimizi gerçek manada eğitmezsek, bir şeylere devamlı sırtımızı dayamaya çalışırsak, yaptığımız hatalarda hep daha iyiye gitmez de suçu başkalarının üstüne özellikle yıldızlara atarsak ve “ne yapayım burcumun özelliği böyle” dersek astroloji de ilerlemeye devam edecektir.
Astrolojinin bilimsel görüntü vermesi de insanları etkilemektedir. Bunların başında horoskopik harita oluşturmak, almanaklarda29 gezegenlerin konumlarını saptamak ve yıldız zamanlarını hesaplamak gelmektedir. Aslında horoskop, bilmeyenler için oldukça bilimsel görünmektedir. Görünürde olduğu gibi gerçekte de öyledir. Astrolojiyi bilimsel gösteren kısım da burası olmaktadır. Horoskop yapılırken; önce gökyüzünün doğru bir haritası çizilir. Güneş, Ay ve gezegenlerin konumları yanılgısız olarak hesaplanır. Bundan sonraki kısımda ise astrologun yorum gücü devreye girer. İster bilimsel ister dini yaklaşılsın ikisi açısından da astroloji itibar edilmemesi gereken bir olgudur.
Bilimsel yaklaşım, astrolojinin sağlam bir temele oturmadığını ilmî verilerle ortaya koymaktadır. Sky & Telescope dergisinin 2001 Aralık sayısında “astrolojinin faydalarını kanıtlamak için birçok bilim adamının birçok deney yaptığını örneğin tahminlerin ne kadar tuttuğunu anlamak için birçok çalışma yapıldığını ve profesyonel astrologların tahminlerinin sizin ve benim uydurmamızdan daha iyi olmadığının ortaya çıktığı” anlatılmaktadır.30
İslamın ışığında astrolojiye bakıldığında ise Kur’ân-ı Kerim’de zaman zaman yıldızlar üzerine yemin edildiği görülmektedir. Yıldızların yerlerine ve burçlarla dolu gökyüzüne33 yemin edilmesi, çok dikkat çekicidir. Kur’an’da gök cisimleri ve yıldızlarla ilgili birçok atıflar bulunmaktadır.34 Bunların incelenmesi ve değerlendirilmesi tefsir ilminde “İlmî Tefsir” branşı içinde yer almaktadır. İlmî tefsir ekolünde bunlarla ilgili çeşitli yorum ve açıklamalar yapılmaktadır.35 Kur’ân-ı Kerim’de yıldızlara ilişkin atıflarda en dikkat çekici olan, yıldızlara asla metafizik anlamda bir güç izafe edilmemiş olması; tam tersine güneş, ay ve yıldızlar da dâhil yerde ve gökte ne varsa her şeyin Cenâb-ı Hakk’ın mutlak gücünün kontrolünde olup asla bunun dışına çıkmadığının vurgulanmasıdır. Kur’ân’ın bu husustaki tavrı son derece açık ve nettir. Buna göre gök cisimlerinin insan üzerinde metafizik anlamda hiçbir etkisi söz konusu değildir. Fizikî ve psikolojik manadaki bir etki bilimsel çerçevede değerlendirilebilecek bir etkidir. Bilim Allah’ın varlığını, birliğini ve gücünü gösteren delilleri ortaya koyar. İslam ise temel prensiplerinin bir sonucu olarak daha baştan Astrolojinin üzerine kurulduğu temel yaklaşımı reddetmektedir.
Yıldızların insanların kaderi üzerinde etkili olduğuna inanmak tevhit inancıyla bağdaşmamaktadır. Allah tektir. Onun tekliği her alanda kendini göstermektedir. Dolayısıyla göklerde ve yerdeki hâkimiyetinde de tektir. “Eğer yerde ve gökte Allah’tan başka ilahlar olsaydı kesinlikle ikisinin de düzeni bozulurdu. Demek ki, Arş’ın Rabbi Allah onların nitelemelerinden uzaktır, yücedir.”36
İşte İslam’ın bu özelliği, Allah’ın yarattığı varlıklardan olan yıldızların, insanlar üzerinde onların kaderlerini şekillendirici bir etkisinin olabileceği yolundaki inancın önünü daha baştan kesmekte ve Astrolojinin üzerine kurulduğu temel teze geçit vermemektedir. “Bu sebeplerle tarih boyunca İslam âlimleri gereken hassasiyeti göstererek Müslümanları konunun akideye yönelen tehlikelerinden korumak için sert uyarılarda bulunmuşlardır.”37 Dolayısıyla güneş, ay, burçlar ve yıldızlar gibi gök cisimlerine bağımsız bir kudret nispet etme anlamına gelebilecek her türlü inanış ve yaklaşımın önü kesilmiş olmaktadır. Bununla birlikte bazı mutasavvıflar, bir kısım İslam düşünürleri ve sanatkârlar astrolojik sistemle buna bağlı sembolleri, kâinatı bütünüyle anlamaya imkân veren bir cazibeye sahip olmalarının da tesiri altında ilgiyle karşılamışlardır. Böylece burçlarla ilgili semboller geniş bir şekilde İslam sanat ve edebiyatına da yansımıştır.’38
Netice itibariyle her ne kadar Cafer-i Sadık ve Şia bilginleri İbnü’l-Arabî ve onun ekolüne mensup sûfiler ve Fahreddin Râzî gibi bazı İslam âlimleri dönemlerindeki astroloji geleneğinin geniş çapta etkisinde kalarak o dönemde halk arasında kabul görmüş bir takım astrolojik inanışları dini bilgilerle uzlaştırma yoluna gitmişlerse de İslam âlimlerinin çoğunluğu, astrolojinin dini bilgi ve inançlarla çeliştiği ve bu işlerle uğraşanların şirke düştüğü kanaatine varmışlardır