Bugünün Saraylısı ’nda Ata Efendi, kendisinden otuz iki yaş küçük bir kızın bir erkeği sevip sevmeyeceğini ve bunun bir hastalık olup olmadığını psikoloji kitaplarına bakarak araştırır. Yeğeni için psikiyatristle görüşüp “Psikanaliz yöntemi” hakkında bilgi alır (Karay,
1954a: 157).
Yazarın Bugünün Saraylısılik ve psikoloji alanlarıyla ilgili bilimsel terimleri, kullandığı romanları incelendiğinde; Yer Altında Dünya Var’da Nebil Bey, içinde bulunduğu ruh halini “psikasteni” terimini kullanarak ifade eder: İngilizceden başka lisanda tam karşılığı bulunmayan spleen çoğunlukla hayat sebebiyle düştüğümüz; hayallere kapılmış ruhsal durum, gönül ve zeka düşkünlüğü, bilimsel adıyla bir tür psikasteni bugün benliğimi büsbütün saracağa benziyor. Korktuğum o değil, sonu! Çünkü kendimi bildim bileli şiddetli spleen nöbetlerini bende ölçüsüz bir hareketsizlik bir coşku yoksunluğu izler (Karay, 1953: 5-6).
Aynı şekilde, Kadınlar Tekkesi’nde de bilimsel terimler kullanılır. Yazar, “spleen”e benzer Bugünün Saraylısı dürtülerin sebep olduğu durgunluk evresini “depression” tıp terimiyle roman kişileri üzerinde gösterir (Karay, 1964a: 26). İki Cisimli Kadın’da Bugünün Saraylısı lik öncesi duyulan
gerilimi “iksibisyonizm” terimiyle anlatılır (Karay, 1955: 54). Nilgün’de erkeğin kadına olan düşkünlüğü “saplantı – obsession” terimleriyle açıklanır (Karay, t.y.c: 127). 21Sonuncu Kadeh’te ise karakterler, kadın–erkek ilişkilerini değerlendirirken
“agitation”, “depresion-inhitat” Bugünün Saraylısı terimlerini kullanırlar (Karay, 1965: 66). Yezidin Kızı’ında Hikmet Ali, genç sevgilisine karşı yaşı ilerlemiş olgun bir erkek olarak hissettiklerini, psikoloji terimleriyle açıklar:
Bütün bunları Zeliha’ya anlatamazdım. Diyemezdim ki dilim artık tadı ölçmekte yanılmıyor; yüreğim heyecanın derecesini bir regülâtör gibi tanzim etmeğe alışmıştır. Olgunun aşkı psikolojinin “Emotion choc” dediği sert ve sarsıcı, fakat kısa heyecandan değildir; “emotion sentiment” tarifine sığan devamlı ve kararlı heyecanlardandır. Asıl bizde bu heyecan fizyolojiktir, ihtiras şeklîni, yani sabit heyecan halini alır (Karay, 1939b: 105).
Yüzen Bahçe’de de karakterler, birbirlerini değerlendirirken “anomali” ve
“metatropism” terimlerini kullanırlar (Karay, 1981: 27).
Refik Halit’in romanlarında, Bugünün Saraylısı lik ve kadın psikolojisi ile ilgili kaynaklardan yararlandığını ve bu kaynakları, hem eserlerindeki aşka dayalı ilişkilerde hem de karakterlerin birbirlerini değerlendirmelerinde kullandığını söyleyebiliriz.
Refik Halit Karay, II. Abdülhamit, II. Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerini yaşamıştır. Bu dönemlerde kadınların, toplum hayatında görülmesi ve tartışılması daha da artar. Yazar, bu süreci sadece İstanbul’da değil, Anadolu’da ve Millî Mücadele sonrası halen Osmanlı izlerini taşıyan Lübnan ve Suriye’den de izlemiştir. Bu nedenle yazarın, değişen toplumsal koşullar altında, kadın anlayışını; yazdığı kroniklere, hakkındaki yazılanlara,
hatıralarına ve öykülerine bakarak incelemeyi uygun gördük.
Refik Halit Karay, gençlik yıllarında kadın-erkek ilişkilerinde yaşanan “kaç-göç”ten şikâyet eder. O dönemin gençleri, daha rahat hareket edebilecekleri Beyoğlu’nda dolaşırlar. Çünkü kapalı bir toplum yapısı içinde, sıkı bir denetim vardır. Bu sıkı denetim sonucunda o dönemin gençleri hayalperest olurlar: 22Hulya! Hulya o zamanki baş meşgalemizdi. Hulya ile geçinir, hulya ile uyur, hulya ile uyanır, hulya ile doyar, bununla yaşardık. Kadın ile erkeği ayıran peçe, kafes, selâmlık, polis, bekçi, hafiye, haremağası, mabeyin odası, dönme dolap karşısında tek
çare, teselli, ümit, zevk, hulya idi. Kadın ve erkek bir teviye tahayyül ederlerdi. (Karay,
t.y.e: 7-8)
Hatıralarında, gençlik döneminde ilk kadın deneyimlerini yaşarken, Müslüman mahallerinde rahat hareket etmenin ne kadar zor olduğunu vurgulayan yazar, gayrimüslimlerin ağırlıkla yaşadığı Beyoğlu’nu, o dönem kuşağının rahat hareket edebildiği
bir mekân olarak anlatır:
Muhakkak olan nokta şu idi: Başımızdan, yaşımızdan büyük bir halt etmiştik. Ah, Beyoğlu! Kalabalık, hür, emniyetli Beyoğlu! En dar sokaklarında ürkmeden yürüdüğümüz, kapı çıngıraklarını korkmadan çaldığımız, kaldırımlarına bastonlarımızı vura vura eğlendiğimiz medenî, fakat şimdi bize pek uzak, yetişilmez, kavuşulmaz belde!
(Karay, t.y.e: 27)
Mesela Beyoğlu’unda bulunan “Bonmarşe” mağazası, gençler için buluşma yeridir. Burada erkekler, mağazada beğendikleri kadınları gözleriyle takip ederler ve bir ümit ararlar. Sezgilerin ön planda olduğu gözlerle konuşulan bir dönemdir (Karay, t.y.e: 9). Bu nedenle toplumsal baskı, dönemin gençlerini gözleriyle konuşan ve sezgileri güçlü kişiler yapmıştır. Yazarın “Ayşe’nin Talii, Hakk-ı Sükût, Yılda Bir” hikâyelerindeki kahramanlar da gözleriyle konuşurlar. Aktaş; Ayşe, Fotika ve Elif adlı karakterleri, güzellik ve cazibede birleşen genç kızlar olarak nitelendirir:
Bunların hissi durumları anlatılırken göz ve bakıştan yararlanılmıştır. Aşkta anlaşma vasıtası gözdür. Elif’in ‘hırslı gözleri değirmencinin pazuları şişkin kollarında, sert tatlı yüzünde sağlam şeklinde lezzetle dinlenir.’ Bekir, ‘karşısındaki genç kızın başına sonra garip bir ateşle yanan gözlerine’ bakar. Fotika, amele katibi Hasip Efendi’nin aşkından ‘nefret etmediğini göstermek için gözlerini kaldırarak ona’ bakar. Ali Bey , Ayşe’ye ait ‘iki siyah gözün lezzetle bakışında bir şey, gururunu, şehvetini kışkırtan bir tesir’ bulur. (2004: 58-59)
Ayrıca “Ayşe’nin Taliî” hikâyesinde, toplumun kadın üzerindeki baskısına karşı direnmenin hiçbir faydası olmadığı belirtilir ve bu baskı, “kader” inancı ile tanımlanır. Çünkü hikâyedeki kadın karakter, tıpkı yaşadığı köşk gibi bırakılmış ve tecrit edilmiştir:
…Diğer bir deyişle, bu köşk, bir zamanlar, Ayşe’yi dışlayan, onun varlığının farkında olmayan dış ve gerçek dünyanın (toplumun) bir parçasıdır. Aslında gerek Ayşe, gerekse eski köşk aynı yazgıyı paylaşmaktadır. Her ikisi de, toplumun dışladığı ancak, 23her şeye rağmen geçit vermezcesine, kaçış olasılığı tanımamacasına çepeçevre sardığı, boğduğu bir ortamda iç içe yaşam savaşı vermektedirler. (Erden, 2002: 122-123)
Yazar hatıralarında, Cumhuriyet dönemi ile Osmanlı döneminin sosyal hayatını karşılaştırır. Bu dönemde kadınla erkeğin arabayla şehir içinde gezmesinin bile yasaktır:
“Bugünün Saraylısı gençlerine pek garip gelecek ve onları isyana ve bize karşı da merhamete sevk edecek bir şey söyleyeceğim: Otuz şu kadar yıl önce kadınla erkeğin bir arabaya binmesi şehir içinde yasaktı; kendi çoluğile çocuğile de olsa yasaktı” (Karay, t.y.e: 12). Hatta ailece yapılan
gezintilerde kadının yeri, eşinin yanı değildir. Kadın ve erkek, toplu ulaşım araçlarında
birbirlerini görmeyecek şekilde ayrı otururlar (Karay, t.y.e: 68).
Üç Nesil Üç Hayat’ta ise Abdülaziz, II. Abdülhamit ve Cumhuriyet dönemlerinde yaşanan toplumsal değişimin kadın üzerindeki etkilerine değinilir. Birbirlerine âşık gençlerin evlilik öncesi nasıl haberleştikleri, genç kızların aşklarını hangi yollarla belirttikleri üzerinde
önemli bilgiler verilir. Yazar, Abdülaziz dönemini annesinin anlatıklarına dayanarak anlatır.
O dönemde evler, birbirlerine çok yakındır. Bu nedenle kızlar, sevdiklerini sadece cumbalardan, perde arkasından bakarak seyretme imkânı bulurlar. Mahallenin kadınlar üzerinde büyük baskısı vardır. Bu sebeple kızlarının adı en ufak bir olaya karışmasın diye
anneler, çocuklarını göz hapsinde tutarlar:
Fakat bunu yapabilmek çok büyük bir cür’ete, aşk ve hırs ateşiyle âdeta delirmiş ve kudurmuş olmaya tavakkuf ederdi. Bütün mahalle birbirinin ırz ve namusunu kontrolle, gözcülük ve gözetleme ile mükelleftir. Her kafes ardında mütecessis gözler vardır; denilebilir ki, kafeslerin her deliği baklava biçimi bir casus gözüdür; binlerce tahta çerçeveli göz mahalleyi bekler. Zaten genç kızlar, evlerde analarının yanından ayrılmazlar; tek başlarına başka odalara girip uzun müddet duramazlar; uçacak bir kuş, kaçacak bir kedi gibi daima göz
hapsindedirler (Karay, t.y.f: 33).
Bununla beraber halk arasında “sevişerek evlenmek” ifadesi ayıp karşılanır, en ufak bir olay hemen duyulur ve yayılırdı. Flört edip yakalanan âşıklara, halk arasında, “aşüfte”, “çapkın” gibi sıfatlar yakıştırılır. En önemlisi böyle bir evliliğin bereketinin olmayacağı görüşüdür. Erkek, kadını ancak, kafes ya da annesinin arkasında; Veli Efendi, Kalpakçılarbaşı, Çırpıcı Çayırları gibi gezinti yerlerinde görebilirdi. (Karay, t.y.f: 35). Ayrıca o dönemin kadınları için edebiyat, erkeğin karşısında değerlerini arttıran bir unsurdur:
24
Şimdi spor neyse edebiyat da o zaman revacı arttıran, hoşa giden, vakit geçirmeye yarayan bir lüzumlu modaydı… Bizim rastladığımız kadıncağız gençliğimize yeni edebiyat taraftarı olduğumuza hükmederek Fikret’ten okumuştu; orta yaşlısına Naci ve Andelip’ten; daha yaşlılarına Müstecabî İsmet veya Hersekli Arif’ten, mizaca göre de Şeyhislâm Yahya veya Nabi’den okuyabilirdi. Bugün plâjda boy gösterip kulaç atarak, o zaman ise minderde gazel okuyup şiir mırıldanarak göze girilir, etki yapılır, cazibe
arttırılırdı (Karay, t.y.e: 16).
II. Abdülhamit devrinde ise kadın daha da serbestleşir. Gezinti yerlerine daha sık çıkar. Yaz mevsiminde seyir yerlerine gitmek umumileşir. Göksu, Kâğıthane, Kalender, Yoğurtçu deresi, Küçüksu, Kanlıca körfezi gibi yerler, gençlerin birbirlerini tanımaları sağlayan ortamlar olmuştur. Özelikle Fenerbahçe, Kuşdili, Göksu gibi yerler gençlerin birbirlerini görebildikleri gezinti yerleridir.Bugünün Saraylısı Bu dönemde kadınların rahat hareketleri veya aşka dayalı evlilikleri, onlar için olumsuz bir etiket olmaktan çıkar. Ayrıca kitle ulaşım araçlarında ya da vapur iskelelerinde birbirlerini görüp beğenenlerin çok olduğu görülür. Tiyatrolar, orta oyunları, sünnet düğünleri gibi sosyal etkinlikler kadınların ve erkeklerin uzaktan da olsa birbirlerini tanıma mekânlarıdır.
Bugünün Saraylısı ’nda Ata Efendi, kendisinden otuz iki yaş küçük bir kızın bir erkeği sevip sevmeyeceğini ve bunun bir hastalık olup olmadığını psikoloji kitaplarına bakarak araştırır. Yeğeni için psikiyatristle görüşüp “Psikanaliz yöntemi” hakkında bilgi alır (Karay,
1954a: 157).
Yazarın Bugünün Saraylısılik ve psikoloji alanlarıyla ilgili bilimsel terimleri, kullandığı romanları incelendiğinde; Yer Altında Dünya Var’da Nebil Bey, içinde bulunduğu ruh halini “psikasteni” terimini kullanarak ifade eder: İngilizceden başka lisanda tam karşılığı bulunmayan spleen çoğunlukla hayat sebebiyle düştüğümüz; hayallere kapılmış ruhsal durum, gönül ve zeka düşkünlüğü, bilimsel adıyla bir tür psikasteni bugün benliğimi büsbütün saracağa benziyor. Korktuğum o değil, sonu! Çünkü kendimi bildim bileli şiddetli spleen nöbetlerini bende ölçüsüz bir hareketsizlik bir coşku yoksunluğu izler (Karay, 1953: 5-6).
Aynı şekilde, Kadınlar Tekkesi’nde de bilimsel terimler kullanılır. Yazar, “spleen”e benzer Bugünün Saraylısı dürtülerin sebep olduğu durgunluk evresini “depression” tıp terimiyle roman kişileri üzerinde gösterir (Karay, 1964a: 26). İki Cisimli Kadın’da Bugünün Saraylısı lik öncesi duyulan
gerilimi “iksibisyonizm” terimiyle anlatılır (Karay, 1955: 54). Nilgün’de erkeğin kadına olan düşkünlüğü “saplantı – obsession” terimleriyle açıklanır (Karay, t.y.c: 127). 21Sonuncu Kadeh’te ise karakterler, kadın–erkek ilişkilerini değerlendirirken
“agitation”, “depresion-inhitat” Bugünün Saraylısı terimlerini kullanırlar (Karay, 1965: 66). Yezidin Kızı’ında Hikmet Ali, genç sevgilisine karşı yaşı ilerlemiş olgun bir erkek olarak hissettiklerini, psikoloji terimleriyle açıklar:
Bütün bunları Zeliha’ya anlatamazdım. Diyemezdim ki dilim artık tadı ölçmekte yanılmıyor; yüreğim heyecanın derecesini bir regülâtör gibi tanzim etmeğe alışmıştır. Olgunun aşkı psikolojinin “Emotion choc” dediği sert ve sarsıcı, fakat kısa heyecandan değildir; “emotion sentiment” tarifine sığan devamlı ve kararlı heyecanlardandır. Asıl bizde bu heyecan fizyolojiktir, ihtiras şeklîni, yani sabit heyecan halini alır (Karay, 1939b: 105).
Yüzen Bahçe’de de karakterler, birbirlerini değerlendirirken “anomali” ve
“metatropism” terimlerini kullanırlar (Karay, 1981: 27).
Refik Halit’in romanlarında, Bugünün Saraylısı lik ve kadın psikolojisi ile ilgili kaynaklardan yararlandığını ve bu kaynakları, hem eserlerindeki aşka dayalı ilişkilerde hem de karakterlerin birbirlerini değerlendirmelerinde kullandığını söyleyebiliriz.
Refik Halit Karay, II. Abdülhamit, II. Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerini yaşamıştır. Bu dönemlerde kadınların, toplum hayatında görülmesi ve tartışılması daha da artar. Yazar, bu süreci sadece İstanbul’da değil, Anadolu’da ve Millî Mücadele sonrası halen Osmanlı izlerini taşıyan Lübnan ve Suriye’den de izlemiştir. Bu nedenle yazarın, değişen toplumsal koşullar altında, kadın anlayışını; yazdığı kroniklere, hakkındaki yazılanlara,
hatıralarına ve öykülerine bakarak incelemeyi uygun gördük.
Refik Halit Karay, gençlik yıllarında kadın-erkek ilişkilerinde yaşanan “kaç-göç”ten şikâyet eder. O dönemin gençleri, daha rahat hareket edebilecekleri Beyoğlu’nda dolaşırlar. Çünkü kapalı bir toplum yapısı içinde, sıkı bir denetim vardır. Bu sıkı denetim sonucunda o dönemin gençleri hayalperest olurlar: 22Hulya! Hulya o zamanki baş meşgalemizdi. Hulya ile geçinir, hulya ile uyur, hulya ile uyanır, hulya ile doyar, bununla yaşardık. Kadın ile erkeği ayıran peçe, kafes, selâmlık, polis, bekçi, hafiye, haremağası, mabeyin odası, dönme dolap karşısında tek
çare, teselli, ümit, zevk, hulya idi. Kadın ve erkek bir teviye tahayyül ederlerdi. (Karay,
t.y.e: 7-8)
Hatıralarında, gençlik döneminde ilk kadın deneyimlerini yaşarken, Müslüman mahallerinde rahat hareket etmenin ne kadar zor olduğunu vurgulayan yazar, gayrimüslimlerin ağırlıkla yaşadığı Beyoğlu’nu, o dönem kuşağının rahat hareket edebildiği
bir mekân olarak anlatır:
Muhakkak olan nokta şu idi: Başımızdan, yaşımızdan büyük bir halt etmiştik. Ah, Beyoğlu! Kalabalık, hür, emniyetli Beyoğlu! En dar sokaklarında ürkmeden yürüdüğümüz, kapı çıngıraklarını korkmadan çaldığımız, kaldırımlarına bastonlarımızı vura vura eğlendiğimiz medenî, fakat şimdi bize pek uzak, yetişilmez, kavuşulmaz belde!
(Karay, t.y.e: 27)
Mesela Beyoğlu’unda bulunan “Bonmarşe” mağazası, gençler için buluşma yeridir. Burada erkekler, mağazada beğendikleri kadınları gözleriyle takip ederler ve bir ümit ararlar. Sezgilerin ön planda olduğu gözlerle konuşulan bir dönemdir (Karay, t.y.e: 9). Bu nedenle toplumsal baskı, dönemin gençlerini gözleriyle konuşan ve sezgileri güçlü kişiler yapmıştır. Yazarın “Ayşe’nin Talii, Hakk-ı Sükût, Yılda Bir” hikâyelerindeki kahramanlar da gözleriyle konuşurlar. Aktaş; Ayşe, Fotika ve Elif adlı karakterleri, güzellik ve cazibede birleşen genç kızlar olarak nitelendirir:
Bunların hissi durumları anlatılırken göz ve bakıştan yararlanılmıştır. Aşkta anlaşma vasıtası gözdür. Elif’in ‘hırslı gözleri değirmencinin pazuları şişkin kollarında, sert tatlı yüzünde sağlam şeklinde lezzetle dinlenir.’ Bekir, ‘karşısındaki genç kızın başına sonra garip bir ateşle yanan gözlerine’ bakar. Fotika, amele katibi Hasip Efendi’nin aşkından ‘nefret etmediğini göstermek için gözlerini kaldırarak ona’ bakar. Ali Bey , Ayşe’ye ait ‘iki siyah gözün lezzetle bakışında bir şey, gururunu, şehvetini kışkırtan bir tesir’ bulur. (2004: 58-59)
Ayrıca “Ayşe’nin Taliî” hikâyesinde, toplumun kadın üzerindeki baskısına karşı direnmenin hiçbir faydası olmadığı belirtilir ve bu baskı, “kader” inancı ile tanımlanır. Çünkü hikâyedeki kadın karakter, tıpkı yaşadığı köşk gibi bırakılmış ve tecrit edilmiştir:
…Diğer bir deyişle, bu köşk, bir zamanlar, Ayşe’yi dışlayan, onun varlığının farkında olmayan dış ve gerçek dünyanın (toplumun) bir parçasıdır. Aslında gerek Ayşe, gerekse eski köşk aynı yazgıyı paylaşmaktadır. Her ikisi de, toplumun dışladığı ancak, 23her şeye rağmen geçit vermezcesine, kaçış olasılığı tanımamacasına çepeçevre sardığı, boğduğu bir ortamda iç içe yaşam savaşı vermektedirler. (Erden, 2002: 122-123)
Yazar hatıralarında, Cumhuriyet dönemi ile Osmanlı döneminin sosyal hayatını karşılaştırır. Bu dönemde kadınla erkeğin arabayla şehir içinde gezmesinin bile yasaktır:
“Bugünün Saraylısı gençlerine pek garip gelecek ve onları isyana ve bize karşı da merhamete sevk edecek bir şey söyleyeceğim: Otuz şu kadar yıl önce kadınla erkeğin bir arabaya binmesi şehir içinde yasaktı; kendi çoluğile çocuğile de olsa yasaktı” (Karay, t.y.e: 12). Hatta ailece yapılan
gezintilerde kadının yeri, eşinin yanı değildir. Kadın ve erkek, toplu ulaşım araçlarında
birbirlerini görmeyecek şekilde ayrı otururlar (Karay, t.y.e: 68).
Üç Nesil Üç Hayat’ta ise Abdülaziz, II. Abdülhamit ve Cumhuriyet dönemlerinde yaşanan toplumsal değişimin kadın üzerindeki etkilerine değinilir. Birbirlerine âşık gençlerin evlilik öncesi nasıl haberleştikleri, genç kızların aşklarını hangi yollarla belirttikleri üzerinde
önemli bilgiler verilir. Yazar, Abdülaziz dönemini annesinin anlatıklarına dayanarak anlatır.
O dönemde evler, birbirlerine çok yakındır. Bu nedenle kızlar, sevdiklerini sadece cumbalardan, perde arkasından bakarak seyretme imkânı bulurlar. Mahallenin kadınlar üzerinde büyük baskısı vardır. Bu sebeple kızlarının adı en ufak bir olaya karışmasın diye
anneler, çocuklarını göz hapsinde tutarlar:
Fakat bunu yapabilmek çok büyük bir cür’ete, aşk ve hırs ateşiyle âdeta delirmiş ve kudurmuş olmaya tavakkuf ederdi. Bütün mahalle birbirinin ırz ve namusunu kontrolle, gözcülük ve gözetleme ile mükelleftir. Her kafes ardında mütecessis gözler vardır; denilebilir ki, kafeslerin her deliği baklava biçimi bir casus gözüdür; binlerce tahta çerçeveli göz mahalleyi bekler. Zaten genç kızlar, evlerde analarının yanından ayrılmazlar; tek başlarına başka odalara girip uzun müddet duramazlar; uçacak bir kuş, kaçacak bir kedi gibi daima göz
hapsindedirler (Karay, t.y.f: 33).
Bununla beraber halk arasında “sevişerek evlenmek” ifadesi ayıp karşılanır, en ufak bir olay hemen duyulur ve yayılırdı. Flört edip yakalanan âşıklara, halk arasında, “aşüfte”, “çapkın” gibi sıfatlar yakıştırılır. En önemlisi böyle bir evliliğin bereketinin olmayacağı görüşüdür. Erkek, kadını ancak, kafes ya da annesinin arkasında; Veli Efendi, Kalpakçılarbaşı, Çırpıcı Çayırları gibi gezinti yerlerinde görebilirdi. (Karay, t.y.f: 35). Ayrıca o dönemin kadınları için edebiyat, erkeğin karşısında değerlerini arttıran bir unsurdur:
24
Şimdi spor neyse edebiyat da o zaman revacı arttıran, hoşa giden, vakit geçirmeye yarayan bir lüzumlu modaydı… Bizim rastladığımız kadıncağız gençliğimize yeni edebiyat taraftarı olduğumuza hükmederek Fikret’ten okumuştu; orta yaşlısına Naci ve Andelip’ten; daha yaşlılarına Müstecabî İsmet veya Hersekli Arif’ten, mizaca göre de Şeyhislâm Yahya veya Nabi’den okuyabilirdi. Bugün plâjda boy gösterip kulaç atarak, o zaman ise minderde gazel okuyup şiir mırıldanarak göze girilir, etki yapılır, cazibe
arttırılırdı (Karay, t.y.e: 16).
II. Abdülhamit devrinde ise kadın daha da serbestleşir. Gezinti yerlerine daha sık çıkar. Yaz mevsiminde seyir yerlerine gitmek umumileşir. Göksu, Kâğıthane, Kalender, Yoğurtçu deresi, Küçüksu, Kanlıca körfezi gibi yerler, gençlerin birbirlerini tanımaları sağlayan ortamlar olmuştur. Özelikle Fenerbahçe, Kuşdili, Göksu gibi yerler gençlerin birbirlerini görebildikleri gezinti yerleridir.Bugünün Saraylısı Bu dönemde kadınların rahat hareketleri veya aşka dayalı evlilikleri, onlar için olumsuz bir etiket olmaktan çıkar. Ayrıca kitle ulaşım araçlarında ya da vapur iskelelerinde birbirlerini görüp beğenenlerin çok olduğu görülür. Tiyatrolar, orta oyunları, sünnet düğünleri gibi sosyal etkinlikler kadınların ve erkeklerin uzaktan da olsa birbirlerini tanıma mekânlarıdır.