Kehribar, milyonlarca yıl önce yaşamış, çok geniş alanlar kaplayan, yüksek ağaçlı, tropik ve yarı tropik ormanlardaki ağaçların salgıladığı reçinenin fosilleşmiş halidir.
Kehribar çoğunlukla kozalaklı ağaçların reçinesinden oluşmasının yanısıra, tropik çiçekli ağaçların reçinesinden de oluşabilir.
Reçine, ağaçların bir korunma mekanizmasıdır. Ağacın gövdesi veya dalı herhangi bir şekilde zarar görürse (atmosferik koşullar, yaşlılık veya iri hayvanlar nedeniyle v.b. dış etkenler), yani kırılıp, yarılırsa kabuksuz dokuların dış etkenlere dayanıksız olduğu bir bölge açığa çıkar.
OTANTİK TAŞ FARKI İLE 925 AYAR GÜMÜŞ EL İŞÇİLİĞİ 1.KALİTE VVS RUSYA KALİNGRAD KEHRİBARI BAYAN YÜZÜK ÜRÜNÜMÜZ TEK PARÇA OLUP SATILDIĞINDA REYONUMUZDAN KALKAR.
Bu durumda reçine salgılanarak, taze yüzeyin kapatılarak iyileştirilmesine çalışıldığı gibi, kendisine zarar verebilecek böcek ve mantar gibi canlılarında reçinenin kendisine has kokusu, tadı ve yapışkanlığı ile ağaçtan uzak tutulmasına çalışılır. Bazı hastalıklarını iyileştirmek için salgılama yapmasının yanında yüksek ağaçlarda hızlı büyümenin oluşturduğu tansiyon nedeniyle oluşan boyuna çatlaklardan da bolca reçine salgılanır. O dönemlerde tropik ve yarı tropik iklim koşullarında yaşayan yüksek ağaçların, iklimin gittikçe yüksek sıcaklıklara ulaşması nedeniyle de bol miktarda reçine ürettikleri düşünülmektedir.
(Yanda; günümüzde de ağaçlar reçine salgılamaya devam ediyorlar. )
Ağaçta reçine salgı tipleri:
1- Dahili çatlakta reçine
2- Kabuk altında reçine
3- Dahili reçine cebi
4- Kabuk içinde reçine
5- Harici yara dolgusu
6-7- Sarkıt şeklinde reçine akıntısı
8- Harici damla biçimli reçine
Bu reçine, onu salgılayan ağaçla birlikte veya tek başına genellikle sellenme ile lagün, delta, veya denizel ortama taşınır. Burada sediment (kırıntılı malzeme) lerle birlikte gömülür. Milyonlarca sene boyunca ortama taşınan, bazen yüzlerce metre kalınlık oluşturan çökel malzeme altında kalan reçine, basınç ve sıcaklık koşulları altında sertleşerek kehribara dönüşür.
(Doğadan toplandığı görünümde kehribar topakları)
( Ham ve işlenmiş kehribar bir arada )
Reçineden kehribara dönüşümde, reçinenin içine gömüldüğü sedimentlerinde önemli bir rolü olduğu düşünülmektedir. Mesela, Borneo kehribarı Orta Miosen yaşlıdır. Buradan gelen koyu renkli kumtaşı içinden çıkarılan örnek kesin olarak kehribar (alkolle reaksiyona girmiyor) olmasına rağmen, kiltaşı seviyelerinden elde edilen sarı renkli fosil reçine copal dir (alkolle reaksiyona girmiştir). Yani aynı süreci yeraltına gömülü olarak geçiren reçine muhtemelen içinde bulunduğu tortulların etkisiyle yeterli olgunluğa erişememiş ve copal aşamasında kalmıştır.
Kehribarlaşmanın en önemli etkenleri kabul edilen basınç ve sıcaklık yanında reçinenin içine gömüldüğü sedimentlerin türünün de etkili olduğunun düşünülmesine rağmen bu dönüşümün tüm mekanizması henüz anlaşılabilmiş değildir. Altta reçineden, copal ve kehribara geçiş süreci basitleştirilerek gösterilmiştir. Geçmişten günümüze doğru (soldan sağa) reçine orijinal plastisitesini ve suyunu kaybetmeye ve sertleşmeye başlar.
KEHRİBARIN FİZİKSEL – KİMYASAL ÖZELLİKLERİ
Kehribarın tüm özellikleri, yaşına, gömülme şartlarına ve reçine salgılayan ağacın türüne bağlı olarak değişir.
Kehribar amorf (şekilsiz ) olup, saydam, yarı saydam veya opak olabilir. Sedimentler içinde genellikle düzensiz topak, nodül (yumru ), sarkıt veya damlacık şeklinde bulunur.
Kehribar bir mineral olmadığından sabit bir kimyasal formulü yoktur ancak C10 I H16 I O4 şeklinde bir kompozisyon verilebilir. Yapısındaki ana elementler olan C%67-87, H%8.5-11, O%15, S%0-0.46 oranlarında olabilir. Özgül ağırlığı 1.05-1.30 gr/cm3 tür. Tamamen saydam Kehribarın özgül ağırlığı 1.1 gr/cm3 tür. Beyaz renklisinin özg. Ağ.ı 0.90-0.96 gr/cm3 tür ki özgül ağırlığı 1 olan saf suda yüzebilir. Kehribar %10 oranında tuz bulunduran suda yüzecek kadar hafiftir
( Kehribar tuzlu suda yüzebilir )
Sertliği Mohs sertlik cetveline göre 2.5-3 tür. Kehribarın sertliği, özgül ağırlığı ve kimyasal formulü bulunduğu jeolojik koşullara bağlı olarak lokasyondan lokasyona küçük farklılıklar gösterebilir. Sertlik Baltık bölgesinde 2-2.5, Dominikte 1-2 olup Burma (Myanmar) da 3 civarındadır. Yapısında sıkça bulunabilen succinic asitin formulü ise COOH(H2)2COOH15 şeklindedir.
Turuncu, sarı, kırmızı, kahverengi, konyak rengi, bal rengi, altın rengi, kemik rengi, siyah, renksiz, mavi ve yeşil renklerde bulunabilir. Kehribarın 256 farklı renk tonu katalog haline getirilmiştir.
(Değişik renkte kehribar parçaları)
( Sarı, konyak rengi, bal rengi, kahverengi, kırmızı, mavi ve yeşil renkte kehribarlar )
Kehribar hafifçe ısıtılırsa reçine kokusu duyulur, 150 °C’ e kadar ısıtılırsa yumuşar, 375 °C civarında ise parlak, dumanlı bir alevle, hoş bir çam reçinesi kokusu çıkararak yanar. Bu özelliği nedeniyle, Almanlar kehribarı bernstein (yanan taş) olarak adlandırmışlardır. Isıtılan kehribar rengini değiştirerek kızıllaşır.
Kehribarın çözücü maddelere karşı direnci vardır, tamamen erimez. Erime oranları şöyledir:
Potasyum – alkol solüsyonu %40-45, Kloroform %24, Alkol %23, Eter %18-23, Metil alkol %13, Benzol %10 .
Kehribar fluoresan**dır. UV ışığı kehribara tutulursa ışıldar. Ana fluoresan renkleri sarı, mavi, yeşil ve turuncudur. Fluoresansın yoğunluğu kehribar tiplerinde farklı olabilir. Dominik kehribarı mavi ışıldar.
(Üstte solda UV ışığı altında, sağda normal ışıkta, altta ise gün ışığı içinden
geçer şekilde fotoğraflanmış aynı kehribar)
Milattan önce 600 lü yıllarda Milet’li Thales kehribarın yünlü kumaş, post gibi yüzeylere sürtüldüğünde kıvılcım çıkarttığını görmüş, sonra onun saç teli, saman, odun kıymığı gibi hafif maddeleri kendine çektiğini gözlemiştir. Bu özellik 2000 yıl gizemini korumuş ancak 1600 lerde Dr. William Gilbert kehribarın manyetik özelliğini araştırmış ve eski Yunan’da kehribarın ismi olan ”Elektron” dan esinlenerek elektrik sözcüğünü ilk kullanan bilim adamı olmuştur.
Doğal kehribar morfolojik olarak çok farklı biçimlerde olduğu gibi, boyut olarakta çok değişiktir. Mesozoyik (Triyas, Jura, Kretase) döneminden elde edilen kehribar hem az bulunur hemde genelde 1-2 cm. Büyüklüğü geçmez.Yaşlı kehribarları oksidasyon, sıcaklık, basınç ve erozyonun fazlaca etkilediği düşünülmektedir. Genelde küçük parçalar halinde bulunan kehribarın 1 kg.ı aşan örnekleri çok enderdir. Bazen Berlin Natural Science Museum da bulunan örnekte olduğu gibi, Baltık bölgesinin bilinen tek parça en büyük Kehribarı 47 cm. Uzunluk ve 9.817 kg.lık bir büyüklüğe erişebilir. Bu örnek 1860 ta Stettin (polonya) de bulunmuştur.
**(Fluoresans : Bazı maddeler, bir dış kaynak tarafından ‘Örn. Ultraviolet lambası’ uyarılınca, aldığı enerjinin bir kısmını absorbe ederek uyarılmış hale geçerler. Işınlama kesilince uyarılmış halden temel hale dönerken ışın yayınlarlar. Işınlama kesildikten sonra maddenin yayınladığı ışın kısa süreli ise fluoresans, uzun süreli ise veya ender olarak ışık kaynağına gerek olmadan (Örn. Fosfor) kendisi ışıldamaya devam ediyorsa fosforesans olayından söz edilir.)
(Büyük kütle kehribarlar, solda Baltık, sağda dominikten birer örnek)
Dünyanın her yerinde, farklı özelliklerde kehribar çeşitleri bulunmaktadır. Görsel olarak incelenen kehribarın, çoğunlukla hangi lokasyona ait olduğu uzmanlarca anlaşılabilmektedir. Dünyada 150 kadar farklı kehribar tipi bilinmektedir. Onun rengi, ışıltısı, sıcaklığı, kokusu, statik elektrik özelliği süs taşları arasında kehribarı özel kılar.
Saydamlık ve yarı saydamlık, ağacın cinsi, reçinenin akışı ve damlamasıyla ilgilidir. Kehribar parçasında, kurumuş reçine üzerine yayılan taze akışkan reçinenin oluşturduğu seviyeler gözlenebilir.
KEHRİBARIN YAŞI
Kehribarın varlığı tümüyle, yeryüzünde reçine salgılayan ağaç topluluğunun oluşmasıyla ilgilidir. Dolayısıyla bu ağaçların yaşadığı, reçine salgıladığı, bu reçinenin sedimanların altına gömüldüğü, bunların üzerine gelen çökel (sediman) lerin yarattığı basınç ve sıcaklığın oluşturduğu fiziko-kimyasal değişimlerin yaşandığı dönem anberin oluşum yaşının başlangıcını oluşturur. Reçinenin türü, gömüldüğü jeolojik ortama taşınan çökellerin miktarı ve cinsi, reçinenin gömüldüğü derinliklerdeki koşullar gibi bir çok faktör reçinenin Kehribara dönüşüm sürecini belirler. Değişen iklim koşullarına bağlı olarak Dünyanın değişik yerlerinde, farklı zamanlarda meydana gelen bol reçine veren ağaçların yaşadığı ormanların çağına bağlı olarak kehribarın oluşum yaşının 20 milyon yıldan 345 milyon yıla kadar yayıldığı kabul edilmektedir. 20 milyon yıldan genç kehribarlar, bir çoklarınca Copal sınıfında kabul edilmektedirler.
Kehribarın yaşı, öncelikle içinde oluştuğu jeolojik formasyonların (kil, silt, kum, lignit v.b.) yaşına bağlı olarak belirtilir. Bu formasyonların yaşı, kehribara bağlı olmaksızın, içlerinde bulunan karakteristik fosil**lerin yaşına göre belirlenir. Eğer kehribar içinde yaşı belirlenebilen inklüzyon (Kapanım) fosil varsa, buradan da belirgin bir yaş söylenebilir. Avrupa kıtasında 50 farklı yaşa ait kehribar belirlenmiştir.
Bilinen en eski kehribar 345 milyon yıl, Üst Karbonifer (Upper Carboniferous) yaşında olup, Northumberland-USA da bulunmuştur.
Fosil bulunduran en eski kehribar Alt Kretase (Lower Cretaseous) 146 mil. yıl yaşındadır.
Karboniferden, Pleistosene kadar sediment (tortul) kayaçlar içinde kehribara rastlanmıştır.
Kehribarın, Dünya üzerinde en bol bulunduğu yaş aralığı 20-65 milyon yıl olup Tersiyer dönemidir.
Kehribarın, Dünyanın değişik yerlerinde belirlenen oluşum yaşlarına ait bazı örnekler en gençten en yaşlıya doğru şöyledir :
Miyosen (5000 yıl-24 mil. yıl) : Dominik, Kolombiya, Brezilya, Almanya-Bitterfield, Yeni Zelanda, Meksika-Chiapas, Romanya, Borneo, Sicilya, Sumatra, USA-N.Carolina.
Oligosen (24-38 mil. yıl) : Baltık denizi kıyıları, Polonya, Rusya, İsveç, İngiltere, Arjantin, Meksika.
Eosen (38-54 mil.yıl) : Nijerya, Polonya, Rusya, İsveç, İngiltere, USA- Arkansas, California, Washington.
Paleosen (54-65 mil. yıl) : Rusya, İngiltere, USA-Wyoming.
Kretase (65-145 mil. yıl) : Brezilya, Avusturya, Burma, Kanada-Alberta, Macaristan, İsrail, Meksika, Fransa, İspanya, Japonya, Lübnan, Polonya, Rusya, İsviçre, Borneo, İngiltere, USA-New jersey.
Jura (145-215 mil. yıl) : Kazakistan (Chimkent), Danimarka (Bornholm).
Triyas (215-245 mil. yıl) : Avusturya.
Permiyen (245-285 mil. yıl) : Rusya (Chekarda river – Ural mountains).
Karbonifer (285-345 mil. yıl) : İngiltere-Northumberland, USA-Upper Missisipi Valley- Montana.
**Karakteristik fosil: Kitlesel biyolojik yokoluşlar veya yaşam süreçlerinin sonuna gelip, yeryüzünden tüm türleriyle yok olan canlıların fosilleri karakteristik fosildir. Bu fosiller bulunduğu kayacın oluşum ortamını ve yaşını belirlememize yardım eder. Canlının yeryüzündeki yaşam süreci (yeryüzünde ilk ve son varolduğu dönem) ne kadar kısa olursa fosilin bilimsel değeri o kadar fazla olur. Çünkü onun bulunduğu kayaç topluluğu daha belirgin olarak yaşlandırılır. Örneğin, Trilobitler, Kambriyende kısa bir dönem yaşamış ve yok olmuşlardır. Dinozorlar 65 milyon yıl önce yok olmuşlardır, bu nedenle karakteristik fosildirler.
Yaşı 4.7 milyar yıl olarak hesaplanan Dünyamız üzerinde, ilk omurgalı canlıların 500-600 milyon yıl, böceklerin evrimi ise 350-400 milyon yıl önce başlamıştır.
Dünyanın en ilgi çekici canlıları olan Dinozorlar, yeryüzünün tüm kıtalarında yaşayıp, bazılarının 26 metre gibi devasa, bazılarının bir tavşan kadar minyatür boyutlara sahip olmalarının yanında, karada, suda ve havada yaşayan türleriyle ve günümüzden yaklaşık ilk 230 milyon yıl önce ortaya çıkıp, 65 milyon yıl önce yeryüzünden topluca yok olmalarıyla çarpıcı bir canlı türünü oluşturmaktadırlar.
(Yaşadıkları dönemde onlar dünyanın hakimiydiler – Tyrannosaurus Rex)
( Bazı dinozorlar tavşan kadar küçük boyutluydular
– Microceratops )
(Karaların olduğu gibi göklerinde sahibiydiler
– Tapejara)
(Sularda dinozorların egemenliği altındaydı)
(Kretase sonunda – 65 mil.yıl önce – Dünyamız, büyük bir meteor yağmuru veya
dev bir gök cisminin çarpmasıyla oluşan ve çok uzun süren toz bulutunun
yarattığı karanlık atmosfere dayanamadı ve yeryüzündeki canlıların % 70 i yok oldu)
Her ne kadar kehribarların, büyük rezervler oluşturan bölümü Tersiyer de yani, dinozorların yeryüzünden çekilmelerinden sonra oluşmuşlarsa da Dünyanın çeşitli yerlerinde Dinozor Çağına ait kehribar oluşumları mevcuttur. Böceklerin yeryüzündeki varlığı dinozorlardan eski olduğu için, milyonlarca yıl önce yaşamış sivrisineklerin (mosqiutos) kurbanları arasında dinozorlarda vardı. Dolayısıyla, “Jurassic Park” filminin yapımcısı Steven Spielberg in filmde, kehribar içinde tuzağa düşmüş sivrisineğin bir dinozordan emdiği
kandan elde ettiği DNA ile yarattığı dinozorlar mantık zincirine ters düşmemektedir.
KEHRİBARIN ANALARI
Milyonlarca yıl önce, Dünyamızın o zaman ki doğal yaşam koşulları, tropik ve yarı tropik iklim ortamında, bol reçine salgılayabilen ağaç türlerinin çok gelişkin ve yaygın ormanlar oluşturmasını sağlamasaydı, bugün internette rastlanan, kehribar (Amber) ile ilgili yüzlerce site ve arama motorlarına ( google, yahoo v.b. ) girdiğimizde karşımıza çıkan binlerce adresle karşılaşmayacaktık.
Bu ağaçlar birer anne gibi, salgıladıkları reçinelerden oluşan topakların yeterli büyüklüğe ulaşınca (olgunlaşınca) gövdelerinden ayrılıp, doğanın koynunda milyonlarca sene korunup, geçirdikleri değişikliklerden sonra kehribara dönüşmesine yol açtılar.
(Araucaria araucana ormanı -Şili- günümüz )
(Kızılağaç ormanı – Kaliforniya )
Kimi zaman boyları 70-80 metreye ulaşan bu muhteşem ağaçlar Dünyanın değişik yerlerinde cins olarak (kozalaklı – yapraklı, çiçekli) farklılıklar gösterebildikleri gibi, değişik görünümde (Baltık ormanlarında geniş gövdeli, fazla dallı budaklı, Karayip ormanlarında ince, uzun ve düzgün gövdeli v.b.) olabilmekteler, kimileri reçinesinde succinic asit (Baltık ormanlarında olduğu gibi), kimileri retinite asit (Karayip ormanlarındaki ağaçlarda olduğu gibi), bulundurmaktaydı.
Farklılıkları yanında, en önemli ortak özellikleri gerektiğinde bol bol reçine salgılamalarıydı. Bu özellik, büyük olasılıkla o jeolojik dönemlerdeki iklim koşulları nedeniyle kazanılmıştı.
( Eucalyptus regnans – 87 metre –
Tasmanya – Avustralya )
Kehribarın Anası ünvanını hak eden bu ağaçlardan;
Baltık bölgesinde, yarı tropik iklimde, kozalaklı (conifers) türlerden, reçinesi succinic asitli olan,
Araucaria familyasından Pinus Succinifera,
Karayiplerde, tropik iklimde, çiçekli ağaçlardan, reçinesi retinite asit bulunduran ve reçinesi en bol olan ağaç türü Algarroba familyasından Hymenea Protera,
Yeni zelanda da, bol reçine üreten Araucariaeceae familyasından Agathis Australis,
Avustralya da, Tetraclinis Articulata,
Afrika da, Acacia Arabica,
Kongo ve Sierra Leone de, Copaifera guibourthiana,
Güney Amerika da, Hymenea Courbaril,
Zanzibar da, Hymenea Verrucosa,
New Mexico(USA) da, Taxodiaceae,
Lübnan da, Kauri Pine,
Meksika da, Leguminous,
Kehribarın Anaları, ürünleri (yavruları) Kehribar parçalarını, insanoğluna benzersiz bir armağan olarak bırakarak yeryüzünden silindiler. Yalnızca, Yeni Zelanda daki dev Kauri çamları (Agathis Australis) nın geçmiş dönemlerdeki ağaçların soyundan olduğu düşünülmektedir.
( Dev Kauri çamları – Agathis australis
( Kızılağaç ormanı – Kaliforniya )
13.000 yıldan bu yana insanlar, önce deniz kıyılarından, plajlardan, alüvyonlardan ve denizin içinden kehribar parçaları topladılar. 1850 li yıllardan günümüze, Jeoloji biliminin gelişmesiyle bilinçlenerek, jeolojik formasyonlara reçinenin yerleşimini ve sonuçta oluşan kehribarın bu formasyonlardan çıkarılmasını sağlayan madencilik tekniklerini öğrendiler.
Doğadan yıldan yıla artan miktarlarda (2000 li yılların bazılarında 900 ton/yıl) kehribar ürettiler. Günümüze kadar yapılan jeolojik araştırmalar yalnızca tespit edilebilen yataklarda, yüzbinlerce ton kehribarın yeraltından çıkarılmayı beklediğini göstermektedir.
Şimdi; önce, henüz insanların bulamadığı kehribar yataklarını düşünelim. Sonra, doğal olarak geçmişin ormanlarındaki ağaçlarca salgılanan tüm reçinenin, koşullar uygun olmadığından, kehribara dönüşemediğini bilelim.
En sonunda, milyonlarca sene önce yeryüzündeki bitki örtüsü ve yaşıyan canlıların (flora-fauna) oluşturduğu görkemli doğayı hayal etmeye çalışalım.
nsanların kehribarla tanışmaları, taş devrine (Stone Age) kadar uzanmaktadır. İngiltere deki arkeolojik kazılarda, antik yerleşimlerde M.Ö. (B.C) 11.000 yıllarına ait işlenmiş kehribar bulunmuştur.
Almanya, Polonya, Litvanya, Letonya, ve Estonya da Neolitik (Yeni Taş Devri) döneme ait 100 ayrı yerleşimde kehribar ve kehribardan yapılı objelere rastlanmıştır. Kehribar antik çağların bilinen en eski dekoratif maddesidir.
( Taş devri insanları da Kehribarden çeşitli objeler yaptılar )
( Geç Bronz Çağından kolye)
Baltık bölgesinde Yeni Taş Devri (New Stone Age) ve Eski Bronz Çağında (Old Bronze Age), ham kehribar 3 ana merkezde işlenmekteydi. Prusya da Sambia yarımadasında, Litvanya da Sventoji köyünde ve Letonya da Luban Gölü çevresindeki köylerde.
Antik çağ toplumu ve kültürleri kehribardan çok etkilenmişlerdir. Kehribar özellikleri nedeniyle insanların kalbinde mistik bir yer edinmiştir. Yakıldığında güzel reçine kokusu verdiği için, Aztek ve Maya medeniyetlerinde süs taşı olmasının yanında dini törenlerde tütsü ve buhurdan olarak kullanılmıştır. Etrüsklerde, tanrı ve tanrıçalarını kehribardan tasvir ettiler.
3600 yıl önce kurulmuş Miken medeniyeti de, 3000 yıl önce Lübnan da kehribar arayan Asurlular da, Mezopotamya, Mısır, Yunan, Roma, Fenikeliler, Etrüskler, Venedikliler, Keltler de “Kuzeyin Güneş Işığının” (Sunbeam of The North) büyüsüne kapılmışlardır. Bu dönemlerde kehribara talep fiyatları öyle yükseltmiş ki, bir parça kehribar canlı bir köleden daha değerli sayılmıştır. Fenikeliler kehribar temini için deniz yoluyla bugünkü Danimarka nın batı sahillerine seyehat ediyorlardı.
Taş devrinden başlıyarak kehribar ticari malzeme olarak kabul görmüş ve takas ürünü olarak değerlendirilmiştir. Romalılar ve yunanlar şarap, yağ, tuz, ipek, bronz ve altın vererek karşılığında kehribar alıyorlardı.
Orta Amerika, Meksika da kehribar 5000 yıldan beri bilinmekte olup, süstaşı olarak kullanımının yanında, stresi, üzüntüyü yok eden bir ilaç olarak kabul edilmiştir.
Binlerce yıldır insanlar, özel güçleri olduğuna inanarak kehribardan tesbih, tılsım ve dinsel objeler ürettiler.
Avrupa da Orta Çağ boyunca ana kaynak Baltık Kehribari olmak üzere, tesbih (prayer beads), haç, tanrı ve tanrıça heykelleri üretirken, 16-17 ve 18. yüzyılda oyma ustaları geleneksel oymacılığın yanında yeni teknikler ve aletler geliştirdiler. Bu dönemde popüler bir sanat haline gelen kehribar işlemeciliği ile ustalar, tornada onu kesip, parlatıp, şekillendirerek çeşitli figürler, heykeller, şamdan, oyuncak, kilise ve kutsal yerler için dekoratif objeler, armalar, kolyeler (necklaces), kaplar (Containers), kutular (boxes), çanaklar (bowls), tepsiler (plates), flütler (flütes), düğmeler (buttons), satranç takımı (chess sets), saat kabı (watch cases), pipoların ağızlık kısımları (mouth pieces for pipes) v.b. ürettiler.
(Katerina sarayı kolleksiyonundan, kehribardan yapılmış traş küveti, sabunluk ve fırça Rusya-1767)
Baltık ülkelerinden elde edilen kehribar 5000 yıl boyunca, Avrupa nın güneyi ve Orta Doğuya kaynak sağlamıştır. 1800 lü yılların ortalarına kadar, deniz, plaj, kum ve alüvyonlardan toplanan kehribar bu tarihlerde artık madenlerden de çıkarılmaya başlanmıştır.
Bu dönemde kehribar ticaretinin merkezi Könisberg (bugün Kaliningrad-Rusya) ve Danzing (bugün Gdansk-polonya) idi.
(Tümüyle kehribardan yapılan yazı masası-1720 Danzing. Polonya)
Kendini çekici ve özel kılan nitelikleri nedeniyle binlerce yıldan bu yana insanlar, kehribarı mistik bir madde saymanın ötesinde çeşitli hastalıkları iyileştirici gücü olduğuna da inanmaktadırlar. Boğaz ağrılarına ve hastalıklarına karşı boyuna takılacak bir kehribar kolyenin iyi geldiğini, su veya şarapta 2 hafta kadar bekletilen kehribarın suyunu içmenin miğde ağrısına, astıma iyi geldiğini ve kanamayı durdurduğuna inanıyorlardı.
Koruyucu özelliği nedeniyle eski Mısır da mumyalama işlemlerinde kullanılmıştır.Ayrıca sihirli güçler taşıdığına inanılarak, şeytani güçlere ve büyülere karşı kalp şekilli kehribar kolyeler takarlardı.
Prehistorik toplumlar yalnızca deniz kıyılarından toplanabilen kehribarın kaynağı için çeşitli yorumlarda bulunmuşlardır. Tanrıların gözyaşları (tears of the gods), güneşin gözyaşları (tears of the sun), ağaçların gözyaşları (tears of trees) ve Tanrıların idrarı (urine of the gods) nın kehribara dönüştüğünü kabul ediyorlardı.
Günümüzde de, avuca alınarak ovuşturulan bir kehribar parçasının vücudun gerilimini azaltıp, elektriğini aldığı düşünülmektedir. Kasaya veya cebe konulan kehribarın parayı çekip, zenginlik getireceğine inanılmaktadır.
Kehribar, milyonlarca yıl önce yaşamış, çok geniş alanlar kaplayan, yüksek ağaçlı, tropik ve yarı tropik ormanlardaki ağaçların salgıladığı reçinenin fosilleşmiş halidir.
Kehribar çoğunlukla kozalaklı ağaçların reçinesinden oluşmasının yanısıra, tropik çiçekli ağaçların reçinesinden de oluşabilir.
Reçine, ağaçların bir korunma mekanizmasıdır. Ağacın gövdesi veya dalı herhangi bir şekilde zarar görürse (atmosferik koşullar, yaşlılık veya iri hayvanlar nedeniyle v.b. dış etkenler), yani kırılıp, yarılırsa kabuksuz dokuların dış etkenlere dayanıksız olduğu bir bölge açığa çıkar.
OTANTİK TAŞ FARKI İLE 925 AYAR GÜMÜŞ EL İŞÇİLİĞİ 1.KALİTE VVS RUSYA KALİNGRAD KEHRİBARI BAYAN YÜZÜK ÜRÜNÜMÜZ TEK PARÇA OLUP SATILDIĞINDA REYONUMUZDAN KALKAR.
Bu durumda reçine salgılanarak, taze yüzeyin kapatılarak iyileştirilmesine çalışıldığı gibi, kendisine zarar verebilecek böcek ve mantar gibi canlılarında reçinenin kendisine has kokusu, tadı ve yapışkanlığı ile ağaçtan uzak tutulmasına çalışılır. Bazı hastalıklarını iyileştirmek için salgılama yapmasının yanında yüksek ağaçlarda hızlı büyümenin oluşturduğu tansiyon nedeniyle oluşan boyuna çatlaklardan da bolca reçine salgılanır. O dönemlerde tropik ve yarı tropik iklim koşullarında yaşayan yüksek ağaçların, iklimin gittikçe yüksek sıcaklıklara ulaşması nedeniyle de bol miktarda reçine ürettikleri düşünülmektedir.
(Yanda; günümüzde de ağaçlar reçine salgılamaya devam ediyorlar. )
Ağaçta reçine salgı tipleri:
1- Dahili çatlakta reçine
2- Kabuk altında reçine
3- Dahili reçine cebi
4- Kabuk içinde reçine
5- Harici yara dolgusu
6-7- Sarkıt şeklinde reçine akıntısı
8- Harici damla biçimli reçine
Bu reçine, onu salgılayan ağaçla birlikte veya tek başına genellikle sellenme ile lagün, delta, veya denizel ortama taşınır. Burada sediment (kırıntılı malzeme) lerle birlikte gömülür. Milyonlarca sene boyunca ortama taşınan, bazen yüzlerce metre kalınlık oluşturan çökel malzeme altında kalan reçine, basınç ve sıcaklık koşulları altında sertleşerek kehribara dönüşür.
(Doğadan toplandığı görünümde kehribar topakları)
( Ham ve işlenmiş kehribar bir arada )
Reçineden kehribara dönüşümde, reçinenin içine gömüldüğü sedimentlerinde önemli bir rolü olduğu düşünülmektedir. Mesela, Borneo kehribarı Orta Miosen yaşlıdır. Buradan gelen koyu renkli kumtaşı içinden çıkarılan örnek kesin olarak kehribar (alkolle reaksiyona girmiyor) olmasına rağmen, kiltaşı seviyelerinden elde edilen sarı renkli fosil reçine copal dir (alkolle reaksiyona girmiştir). Yani aynı süreci yeraltına gömülü olarak geçiren reçine muhtemelen içinde bulunduğu tortulların etkisiyle yeterli olgunluğa erişememiş ve copal aşamasında kalmıştır.
Kehribarlaşmanın en önemli etkenleri kabul edilen basınç ve sıcaklık yanında reçinenin içine gömüldüğü sedimentlerin türünün de etkili olduğunun düşünülmesine rağmen bu dönüşümün tüm mekanizması henüz anlaşılabilmiş değildir. Altta reçineden, copal ve kehribara geçiş süreci basitleştirilerek gösterilmiştir. Geçmişten günümüze doğru (soldan sağa) reçine orijinal plastisitesini ve suyunu kaybetmeye ve sertleşmeye başlar.
KEHRİBARIN FİZİKSEL – KİMYASAL ÖZELLİKLERİ
Kehribarın tüm özellikleri, yaşına, gömülme şartlarına ve reçine salgılayan ağacın türüne bağlı olarak değişir.
Kehribar amorf (şekilsiz ) olup, saydam, yarı saydam veya opak olabilir. Sedimentler içinde genellikle düzensiz topak, nodül (yumru ), sarkıt veya damlacık şeklinde bulunur.
Kehribar bir mineral olmadığından sabit bir kimyasal formulü yoktur ancak C10 I H16 I O4 şeklinde bir kompozisyon verilebilir. Yapısındaki ana elementler olan C%67-87, H%8.5-11, O%15, S%0-0.46 oranlarında olabilir. Özgül ağırlığı 1.05-1.30 gr/cm3 tür. Tamamen saydam Kehribarın özgül ağırlığı 1.1 gr/cm3 tür. Beyaz renklisinin özg. Ağ.ı 0.90-0.96 gr/cm3 tür ki özgül ağırlığı 1 olan saf suda yüzebilir. Kehribar %10 oranında tuz bulunduran suda yüzecek kadar hafiftir
( Kehribar tuzlu suda yüzebilir )
Sertliği Mohs sertlik cetveline göre 2.5-3 tür. Kehribarın sertliği, özgül ağırlığı ve kimyasal formulü bulunduğu jeolojik koşullara bağlı olarak lokasyondan lokasyona küçük farklılıklar gösterebilir. Sertlik Baltık bölgesinde 2-2.5, Dominikte 1-2 olup Burma (Myanmar) da 3 civarındadır. Yapısında sıkça bulunabilen succinic asitin formulü ise COOH(H2)2COOH15 şeklindedir.
Turuncu, sarı, kırmızı, kahverengi, konyak rengi, bal rengi, altın rengi, kemik rengi, siyah, renksiz, mavi ve yeşil renklerde bulunabilir. Kehribarın 256 farklı renk tonu katalog haline getirilmiştir.
(Değişik renkte kehribar parçaları)
( Sarı, konyak rengi, bal rengi, kahverengi, kırmızı, mavi ve yeşil renkte kehribarlar )
Kehribar hafifçe ısıtılırsa reçine kokusu duyulur, 150 °C’ e kadar ısıtılırsa yumuşar, 375 °C civarında ise parlak, dumanlı bir alevle, hoş bir çam reçinesi kokusu çıkararak yanar. Bu özelliği nedeniyle, Almanlar kehribarı bernstein (yanan taş) olarak adlandırmışlardır. Isıtılan kehribar rengini değiştirerek kızıllaşır.
Kehribarın çözücü maddelere karşı direnci vardır, tamamen erimez. Erime oranları şöyledir:
Potasyum – alkol solüsyonu %40-45, Kloroform %24, Alkol %23, Eter %18-23, Metil alkol %13, Benzol %10 .
Kehribar fluoresan**dır. UV ışığı kehribara tutulursa ışıldar. Ana fluoresan renkleri sarı, mavi, yeşil ve turuncudur. Fluoresansın yoğunluğu kehribar tiplerinde farklı olabilir. Dominik kehribarı mavi ışıldar.
(Üstte solda UV ışığı altında, sağda normal ışıkta, altta ise gün ışığı içinden
geçer şekilde fotoğraflanmış aynı kehribar)
Milattan önce 600 lü yıllarda Milet’li Thales kehribarın yünlü kumaş, post gibi yüzeylere sürtüldüğünde kıvılcım çıkarttığını görmüş, sonra onun saç teli, saman, odun kıymığı gibi hafif maddeleri kendine çektiğini gözlemiştir. Bu özellik 2000 yıl gizemini korumuş ancak 1600 lerde Dr. William Gilbert kehribarın manyetik özelliğini araştırmış ve eski Yunan’da kehribarın ismi olan ”Elektron” dan esinlenerek elektrik sözcüğünü ilk kullanan bilim adamı olmuştur.
Doğal kehribar morfolojik olarak çok farklı biçimlerde olduğu gibi, boyut olarakta çok değişiktir. Mesozoyik (Triyas, Jura, Kretase) döneminden elde edilen kehribar hem az bulunur hemde genelde 1-2 cm. Büyüklüğü geçmez.Yaşlı kehribarları oksidasyon, sıcaklık, basınç ve erozyonun fazlaca etkilediği düşünülmektedir. Genelde küçük parçalar halinde bulunan kehribarın 1 kg.ı aşan örnekleri çok enderdir. Bazen Berlin Natural Science Museum da bulunan örnekte olduğu gibi, Baltık bölgesinin bilinen tek parça en büyük Kehribarı 47 cm. Uzunluk ve 9.817 kg.lık bir büyüklüğe erişebilir. Bu örnek 1860 ta Stettin (polonya) de bulunmuştur.
**(Fluoresans : Bazı maddeler, bir dış kaynak tarafından ‘Örn. Ultraviolet lambası’ uyarılınca, aldığı enerjinin bir kısmını absorbe ederek uyarılmış hale geçerler. Işınlama kesilince uyarılmış halden temel hale dönerken ışın yayınlarlar. Işınlama kesildikten sonra maddenin yayınladığı ışın kısa süreli ise fluoresans, uzun süreli ise veya ender olarak ışık kaynağına gerek olmadan (Örn. Fosfor) kendisi ışıldamaya devam ediyorsa fosforesans olayından söz edilir.)
(Büyük kütle kehribarlar, solda Baltık, sağda dominikten birer örnek)
Dünyanın her yerinde, farklı özelliklerde kehribar çeşitleri bulunmaktadır. Görsel olarak incelenen kehribarın, çoğunlukla hangi lokasyona ait olduğu uzmanlarca anlaşılabilmektedir. Dünyada 150 kadar farklı kehribar tipi bilinmektedir. Onun rengi, ışıltısı, sıcaklığı, kokusu, statik elektrik özelliği süs taşları arasında kehribarı özel kılar.
Saydamlık ve yarı saydamlık, ağacın cinsi, reçinenin akışı ve damlamasıyla ilgilidir. Kehribar parçasında, kurumuş reçine üzerine yayılan taze akışkan reçinenin oluşturduğu seviyeler gözlenebilir.
KEHRİBARIN YAŞI
Kehribarın varlığı tümüyle, yeryüzünde reçine salgılayan ağaç topluluğunun oluşmasıyla ilgilidir. Dolayısıyla bu ağaçların yaşadığı, reçine salgıladığı, bu reçinenin sedimanların altına gömüldüğü, bunların üzerine gelen çökel (sediman) lerin yarattığı basınç ve sıcaklığın oluşturduğu fiziko-kimyasal değişimlerin yaşandığı dönem anberin oluşum yaşının başlangıcını oluşturur. Reçinenin türü, gömüldüğü jeolojik ortama taşınan çökellerin miktarı ve cinsi, reçinenin gömüldüğü derinliklerdeki koşullar gibi bir çok faktör reçinenin Kehribara dönüşüm sürecini belirler. Değişen iklim koşullarına bağlı olarak Dünyanın değişik yerlerinde, farklı zamanlarda meydana gelen bol reçine veren ağaçların yaşadığı ormanların çağına bağlı olarak kehribarın oluşum yaşının 20 milyon yıldan 345 milyon yıla kadar yayıldığı kabul edilmektedir. 20 milyon yıldan genç kehribarlar, bir çoklarınca Copal sınıfında kabul edilmektedirler.
Kehribarın yaşı, öncelikle içinde oluştuğu jeolojik formasyonların (kil, silt, kum, lignit v.b.) yaşına bağlı olarak belirtilir. Bu formasyonların yaşı, kehribara bağlı olmaksızın, içlerinde bulunan karakteristik fosil**lerin yaşına göre belirlenir. Eğer kehribar içinde yaşı belirlenebilen inklüzyon (Kapanım) fosil varsa, buradan da belirgin bir yaş söylenebilir. Avrupa kıtasında 50 farklı yaşa ait kehribar belirlenmiştir.
Bilinen en eski kehribar 345 milyon yıl, Üst Karbonifer (Upper Carboniferous) yaşında olup, Northumberland-USA da bulunmuştur.
Fosil bulunduran en eski kehribar Alt Kretase (Lower Cretaseous) 146 mil. yıl yaşındadır.
Karboniferden, Pleistosene kadar sediment (tortul) kayaçlar içinde kehribara rastlanmıştır.
Kehribarın, Dünya üzerinde en bol bulunduğu yaş aralığı 20-65 milyon yıl olup Tersiyer dönemidir.
Kehribarın, Dünyanın değişik yerlerinde belirlenen oluşum yaşlarına ait bazı örnekler en gençten en yaşlıya doğru şöyledir :
Miyosen (5000 yıl-24 mil. yıl) : Dominik, Kolombiya, Brezilya, Almanya-Bitterfield, Yeni Zelanda, Meksika-Chiapas, Romanya, Borneo, Sicilya, Sumatra, USA-N.Carolina.
Oligosen (24-38 mil. yıl) : Baltık denizi kıyıları, Polonya, Rusya, İsveç, İngiltere, Arjantin, Meksika.
Eosen (38-54 mil.yıl) : Nijerya, Polonya, Rusya, İsveç, İngiltere, USA- Arkansas, California, Washington.
Paleosen (54-65 mil. yıl) : Rusya, İngiltere, USA-Wyoming.
Kretase (65-145 mil. yıl) : Brezilya, Avusturya, Burma, Kanada-Alberta, Macaristan, İsrail, Meksika, Fransa, İspanya, Japonya, Lübnan, Polonya, Rusya, İsviçre, Borneo, İngiltere, USA-New jersey.
Jura (145-215 mil. yıl) : Kazakistan (Chimkent), Danimarka (Bornholm).
Triyas (215-245 mil. yıl) : Avusturya.
Permiyen (245-285 mil. yıl) : Rusya (Chekarda river – Ural mountains).
Karbonifer (285-345 mil. yıl) : İngiltere-Northumberland, USA-Upper Missisipi Valley- Montana.
**Karakteristik fosil: Kitlesel biyolojik yokoluşlar veya yaşam süreçlerinin sonuna gelip, yeryüzünden tüm türleriyle yok olan canlıların fosilleri karakteristik fosildir. Bu fosiller bulunduğu kayacın oluşum ortamını ve yaşını belirlememize yardım eder. Canlının yeryüzündeki yaşam süreci (yeryüzünde ilk ve son varolduğu dönem) ne kadar kısa olursa fosilin bilimsel değeri o kadar fazla olur. Çünkü onun bulunduğu kayaç topluluğu daha belirgin olarak yaşlandırılır. Örneğin, Trilobitler, Kambriyende kısa bir dönem yaşamış ve yok olmuşlardır. Dinozorlar 65 milyon yıl önce yok olmuşlardır, bu nedenle karakteristik fosildirler.
Yaşı 4.7 milyar yıl olarak hesaplanan Dünyamız üzerinde, ilk omurgalı canlıların 500-600 milyon yıl, böceklerin evrimi ise 350-400 milyon yıl önce başlamıştır.
Dünyanın en ilgi çekici canlıları olan Dinozorlar, yeryüzünün tüm kıtalarında yaşayıp, bazılarının 26 metre gibi devasa, bazılarının bir tavşan kadar minyatür boyutlara sahip olmalarının yanında, karada, suda ve havada yaşayan türleriyle ve günümüzden yaklaşık ilk 230 milyon yıl önce ortaya çıkıp, 65 milyon yıl önce yeryüzünden topluca yok olmalarıyla çarpıcı bir canlı türünü oluşturmaktadırlar.
(Yaşadıkları dönemde onlar dünyanın hakimiydiler – Tyrannosaurus Rex)
( Bazı dinozorlar tavşan kadar küçük boyutluydular
– Microceratops )
(Karaların olduğu gibi göklerinde sahibiydiler
– Tapejara)
(Sularda dinozorların egemenliği altındaydı)
(Kretase sonunda – 65 mil.yıl önce – Dünyamız, büyük bir meteor yağmuru veya
dev bir gök cisminin çarpmasıyla oluşan ve çok uzun süren toz bulutunun
yarattığı karanlık atmosfere dayanamadı ve yeryüzündeki canlıların % 70 i yok oldu)
Her ne kadar kehribarların, büyük rezervler oluşturan bölümü Tersiyer de yani, dinozorların yeryüzünden çekilmelerinden sonra oluşmuşlarsa da Dünyanın çeşitli yerlerinde Dinozor Çağına ait kehribar oluşumları mevcuttur. Böceklerin yeryüzündeki varlığı dinozorlardan eski olduğu için, milyonlarca yıl önce yaşamış sivrisineklerin (mosqiutos) kurbanları arasında dinozorlarda vardı. Dolayısıyla, “Jurassic Park” filminin yapımcısı Steven Spielberg in filmde, kehribar içinde tuzağa düşmüş sivrisineğin bir dinozordan emdiği
kandan elde ettiği DNA ile yarattığı dinozorlar mantık zincirine ters düşmemektedir.
KEHRİBARIN ANALARI
Milyonlarca yıl önce, Dünyamızın o zaman ki doğal yaşam koşulları, tropik ve yarı tropik iklim ortamında, bol reçine salgılayabilen ağaç türlerinin çok gelişkin ve yaygın ormanlar oluşturmasını sağlamasaydı, bugün internette rastlanan, kehribar (Amber) ile ilgili yüzlerce site ve arama motorlarına ( google, yahoo v.b. ) girdiğimizde karşımıza çıkan binlerce adresle karşılaşmayacaktık.
Bu ağaçlar birer anne gibi, salgıladıkları reçinelerden oluşan topakların yeterli büyüklüğe ulaşınca (olgunlaşınca) gövdelerinden ayrılıp, doğanın koynunda milyonlarca sene korunup, geçirdikleri değişikliklerden sonra kehribara dönüşmesine yol açtılar.
(Araucaria araucana ormanı -Şili- günümüz )
(Kızılağaç ormanı – Kaliforniya )
Kimi zaman boyları 70-80 metreye ulaşan bu muhteşem ağaçlar Dünyanın değişik yerlerinde cins olarak (kozalaklı – yapraklı, çiçekli) farklılıklar gösterebildikleri gibi, değişik görünümde (Baltık ormanlarında geniş gövdeli, fazla dallı budaklı, Karayip ormanlarında ince, uzun ve düzgün gövdeli v.b.) olabilmekteler, kimileri reçinesinde succinic asit (Baltık ormanlarında olduğu gibi), kimileri retinite asit (Karayip ormanlarındaki ağaçlarda olduğu gibi), bulundurmaktaydı.
Farklılıkları yanında, en önemli ortak özellikleri gerektiğinde bol bol reçine salgılamalarıydı. Bu özellik, büyük olasılıkla o jeolojik dönemlerdeki iklim koşulları nedeniyle kazanılmıştı.
( Eucalyptus regnans – 87 metre –
Tasmanya – Avustralya )
Kehribarın Anası ünvanını hak eden bu ağaçlardan;
Baltık bölgesinde, yarı tropik iklimde, kozalaklı (conifers) türlerden, reçinesi succinic asitli olan,
Araucaria familyasından Pinus Succinifera,
Karayiplerde, tropik iklimde, çiçekli ağaçlardan, reçinesi retinite asit bulunduran ve reçinesi en bol olan ağaç türü Algarroba familyasından Hymenea Protera,
Yeni zelanda da, bol reçine üreten Araucariaeceae familyasından Agathis Australis,
Avustralya da, Tetraclinis Articulata,
Afrika da, Acacia Arabica,
Kongo ve Sierra Leone de, Copaifera guibourthiana,
Güney Amerika da, Hymenea Courbaril,
Zanzibar da, Hymenea Verrucosa,
New Mexico(USA) da, Taxodiaceae,
Lübnan da, Kauri Pine,
Meksika da, Leguminous,
Kehribarın Anaları, ürünleri (yavruları) Kehribar parçalarını, insanoğluna benzersiz bir armağan olarak bırakarak yeryüzünden silindiler. Yalnızca, Yeni Zelanda daki dev Kauri çamları (Agathis Australis) nın geçmiş dönemlerdeki ağaçların soyundan olduğu düşünülmektedir.
( Dev Kauri çamları – Agathis australis
( Kızılağaç ormanı – Kaliforniya )
13.000 yıldan bu yana insanlar, önce deniz kıyılarından, plajlardan, alüvyonlardan ve denizin içinden kehribar parçaları topladılar. 1850 li yıllardan günümüze, Jeoloji biliminin gelişmesiyle bilinçlenerek, jeolojik formasyonlara reçinenin yerleşimini ve sonuçta oluşan kehribarın bu formasyonlardan çıkarılmasını sağlayan madencilik tekniklerini öğrendiler.
Doğadan yıldan yıla artan miktarlarda (2000 li yılların bazılarında 900 ton/yıl) kehribar ürettiler. Günümüze kadar yapılan jeolojik araştırmalar yalnızca tespit edilebilen yataklarda, yüzbinlerce ton kehribarın yeraltından çıkarılmayı beklediğini göstermektedir.
Şimdi; önce, henüz insanların bulamadığı kehribar yataklarını düşünelim. Sonra, doğal olarak geçmişin ormanlarındaki ağaçlarca salgılanan tüm reçinenin, koşullar uygun olmadığından, kehribara dönüşemediğini bilelim.
En sonunda, milyonlarca sene önce yeryüzündeki bitki örtüsü ve yaşıyan canlıların (flora-fauna) oluşturduğu görkemli doğayı hayal etmeye çalışalım.
nsanların kehribarla tanışmaları, taş devrine (Stone Age) kadar uzanmaktadır. İngiltere deki arkeolojik kazılarda, antik yerleşimlerde M.Ö. (B.C) 11.000 yıllarına ait işlenmiş kehribar bulunmuştur.
Almanya, Polonya, Litvanya, Letonya, ve Estonya da Neolitik (Yeni Taş Devri) döneme ait 100 ayrı yerleşimde kehribar ve kehribardan yapılı objelere rastlanmıştır. Kehribar antik çağların bilinen en eski dekoratif maddesidir.
( Taş devri insanları da Kehribarden çeşitli objeler yaptılar )
( Geç Bronz Çağından kolye)
Baltık bölgesinde Yeni Taş Devri (New Stone Age) ve Eski Bronz Çağında (Old Bronze Age), ham kehribar 3 ana merkezde işlenmekteydi. Prusya da Sambia yarımadasında, Litvanya da Sventoji köyünde ve Letonya da Luban Gölü çevresindeki köylerde.
Antik çağ toplumu ve kültürleri kehribardan çok etkilenmişlerdir. Kehribar özellikleri nedeniyle insanların kalbinde mistik bir yer edinmiştir. Yakıldığında güzel reçine kokusu verdiği için, Aztek ve Maya medeniyetlerinde süs taşı olmasının yanında dini törenlerde tütsü ve buhurdan olarak kullanılmıştır. Etrüsklerde, tanrı ve tanrıçalarını kehribardan tasvir ettiler.
3600 yıl önce kurulmuş Miken medeniyeti de, 3000 yıl önce Lübnan da kehribar arayan Asurlular da, Mezopotamya, Mısır, Yunan, Roma, Fenikeliler, Etrüskler, Venedikliler, Keltler de “Kuzeyin Güneş Işığının” (Sunbeam of The North) büyüsüne kapılmışlardır. Bu dönemlerde kehribara talep fiyatları öyle yükseltmiş ki, bir parça kehribar canlı bir köleden daha değerli sayılmıştır. Fenikeliler kehribar temini için deniz yoluyla bugünkü Danimarka nın batı sahillerine seyehat ediyorlardı.
Taş devrinden başlıyarak kehribar ticari malzeme olarak kabul görmüş ve takas ürünü olarak değerlendirilmiştir. Romalılar ve yunanlar şarap, yağ, tuz, ipek, bronz ve altın vererek karşılığında kehribar alıyorlardı.
Orta Amerika, Meksika da kehribar 5000 yıldan beri bilinmekte olup, süstaşı olarak kullanımının yanında, stresi, üzüntüyü yok eden bir ilaç olarak kabul edilmiştir.
Binlerce yıldır insanlar, özel güçleri olduğuna inanarak kehribardan tesbih, tılsım ve dinsel objeler ürettiler.
Avrupa da Orta Çağ boyunca ana kaynak Baltık Kehribari olmak üzere, tesbih (prayer beads), haç, tanrı ve tanrıça heykelleri üretirken, 16-17 ve 18. yüzyılda oyma ustaları geleneksel oymacılığın yanında yeni teknikler ve aletler geliştirdiler. Bu dönemde popüler bir sanat haline gelen kehribar işlemeciliği ile ustalar, tornada onu kesip, parlatıp, şekillendirerek çeşitli figürler, heykeller, şamdan, oyuncak, kilise ve kutsal yerler için dekoratif objeler, armalar, kolyeler (necklaces), kaplar (Containers), kutular (boxes), çanaklar (bowls), tepsiler (plates), flütler (flütes), düğmeler (buttons), satranç takımı (chess sets), saat kabı (watch cases), pipoların ağızlık kısımları (mouth pieces for pipes) v.b. ürettiler.
(Katerina sarayı kolleksiyonundan, kehribardan yapılmış traş küveti, sabunluk ve fırça Rusya-1767)
Baltık ülkelerinden elde edilen kehribar 5000 yıl boyunca, Avrupa nın güneyi ve Orta Doğuya kaynak sağlamıştır. 1800 lü yılların ortalarına kadar, deniz, plaj, kum ve alüvyonlardan toplanan kehribar bu tarihlerde artık madenlerden de çıkarılmaya başlanmıştır.
Bu dönemde kehribar ticaretinin merkezi Könisberg (bugün Kaliningrad-Rusya) ve Danzing (bugün Gdansk-polonya) idi.
(Tümüyle kehribardan yapılan yazı masası-1720 Danzing. Polonya)
Kendini çekici ve özel kılan nitelikleri nedeniyle binlerce yıldan bu yana insanlar, kehribarı mistik bir madde saymanın ötesinde çeşitli hastalıkları iyileştirici gücü olduğuna da inanmaktadırlar. Boğaz ağrılarına ve hastalıklarına karşı boyuna takılacak bir kehribar kolyenin iyi geldiğini, su veya şarapta 2 hafta kadar bekletilen kehribarın suyunu içmenin miğde ağrısına, astıma iyi geldiğini ve kanamayı durdurduğuna inanıyorlardı.
Koruyucu özelliği nedeniyle eski Mısır da mumyalama işlemlerinde kullanılmıştır.Ayrıca sihirli güçler taşıdığına inanılarak, şeytani güçlere ve büyülere karşı kalp şekilli kehribar kolyeler takarlardı.
Prehistorik toplumlar yalnızca deniz kıyılarından toplanabilen kehribarın kaynağı için çeşitli yorumlarda bulunmuşlardır. Tanrıların gözyaşları (tears of the gods), güneşin gözyaşları (tears of the sun), ağaçların gözyaşları (tears of trees) ve Tanrıların idrarı (urine of the gods) nın kehribara dönüştüğünü kabul ediyorlardı.
Günümüzde de, avuca alınarak ovuşturulan bir kehribar parçasının vücudun gerilimini azaltıp, elektriğini aldığı düşünülmektedir. Kasaya veya cebe konulan kehribarın parayı çekip, zenginlik getireceğine inanılmaktadır.