Ağaç reçineleri sıvı haldedir ve buharlaşma yoluyla çok hızlı biçimde katılaşırlar. Katılaşmakta olan reçine içerisine giren en ufak bir sinek
veya karınca yüzyıllar boyunca orada kalabilir, birleşimler de bu yolla oluşmaktadır. kehribar içerisinde yaklaşık 3000 adet hayvan fosiline rastlanmıştır. Şuan var olan böcek türlerinin %10-15’i, o zamandan beri gelişme göstermemiştir. En yaygın birleşimler böceklerdir.(%86.7) ve eklembacaklıların örümcek ve akrep türleridir(%11.6). Diğer hayvan gruplarına %1.7 oranında ve bitkilere ise %0.4 oranında rastlanmaktadır
Böceklerin çoğu kehribar içerisinde kusursuzca korunur. En ufak tüy veya tortu dahi kehribar içinde saklanabilir. Böceklerin çoğu henüz canlıyken reçine içerisine kapılabilr, bazen rüzgarla sürüklenebilir, bazen de ağaç, üzerinde böcekler varken büyük miktarda reçineyi dışarıya salabilir. Reçineler içerisinde sadece küçük ve genellikle ormanda yaşayan türlere rastlanmaktadır çünkü büyük böcekler kaçmaya yetecek güce sahiptir. Suda yaşayan böcekler de çoğunlukla reçineler içinde hapsolmaktadır. Kuru yerlerde yaşayan ve ağacın en çok reçine bıraktığı ve ağaç metabolizmasının çalıştığı bahar dönemlerinde uçamayan bu böcekler kehribar içerisinde bulunur.
kehribar içerisinde kanatlı böceklerin keşfi oldukça değişken olmuştur. Bu böceklerden bazıları örneğin düz kanatlılar en nadir bulunan türdür, çift kanatlılar ise reçine içerisine dahil olan hayvan türlerinin büyük çoğunluğunu oluşturmaktadır.
OTANTİK TAŞ FARKI İLE 925 AYAR GÜMÜŞ EL İŞÇİLİĞİ KAZAZİYE PÜSKÜL 1.KALİTE %100 HAS DAMLA KALİNİNGRAD RUSYA KEHRİBAR TAŞI TESBİH .ÜRÜNÜMÜZ KOLEKSİYON BİR PARÇA OLUP SATILDIĞINDA REYONUMUZDAN KALKAR….
TANE:10X8 MM
İMAM DAHİL UZUNLUK :22 CM
PÜSKÜL DAHİL UZUNLUK 33 CM
14 GR
kehribar içerisinde bulunan bitki parçaları ise genellikle küçük yapraklar, iğneler, çiçekler veya çiçek parçaları; bazen de ince dallar ya da meyvelerdir. Yeraltındaki bitkilerin subtropikal iklimde yetişen kızılyaprakları, açıktohumluların ise çam iğneleri kehribar içerisinde bulunabilir. Kapalı tohumluların kehribar içerisinde en çok bulunan türleri ise meşe, kayın ve Akçaağaç parçalarıdır. Bununla birlikte çok sayıda eşeysiz spor, özellikle mantar, yeşil yosun ve polenler de kehribar içerisinde bulunmaktadır. 36
Bitkiler ve eklembacaklıların yanında çok nadir olmakla birlikte diğer hayvanlar ve parçaları, bazı oligosenler, kancalı kurtlar ve diğer küçük solucanlar ve 9 yumuşakça türüne de rastlanmıştır. Vilnius’ta bir müzede içerisinde salyangozun kabuğu olan tek bir kehribar örneği sergilenmektedir.
1.1.3 Morfoloji
Doğal kehribar parçalarını gözlemleyerek reçinelerin nasıl damladığını ya da aktığını anlayabiliriz. Bazı kehribarlerin damlaları düzgün şekillidir, diğerleri sarkıtlar halinde katılaşmıştır, reçinelerin büyük kısmı ağaç gövdesinden ayrılmış, parçalar halinde sertleşmiş, ağaç kabuklarının altında ya da ağaç gövdesinde de birleşmiştir.
kehribarin iki morfolojik türü bulunmaktadır. Biri ağaç kabuğu ve dallarının farklı yerlerinde ilk reçine ile oluşan alt mercek, diğeri ise kehribarin yere dökülmesi ile oluşan yüzeysel sarkıtlar halindeki damlalardır. kehribarin %80’i yüzeysel oluşumludur. Birleşimlerin çoğu bu yolla oluşur. İyi görünümlü morfolojik kehribar türleri çok nadir bulunur. Sadece kırılan ya da sürtülen kehribarlerin parçalarına rastlanır. Kendine özgü özellikleri bilindiğinde türleri belirlemek daha kolay olur. Gövde içinde reçineler diğerlerinden ayrı, özel bir kanalda ve sıkıştırılmış biçimde bulunmaktadır. Bu nedenle kanallar kırıldığında kolayca akabilmektedirler.37
Ağaç mercekleri (2%) Reçineler sıkıştırıldığından ve dış etkilerden uzak olduklarından saydamdırlar. Ağaç kabuğunun altındaki mercekler (7%) Reçineler yırtılan kabuğun altından akarken oluşmaktadır. Ağaç kabuğunun oyuntusu, reçinenin dış şeklini oluşturur. Büyütken doku liflerinin izlerine genellikle ağaç kabuğunun altındaki merceklerin yüzeyinde rastlanmaktadır.
Ağaç kabuğu kehribari (3%) Kalın ağaç kabuğunda ince tabakalar yana çekildiği zaman oluşmaktadır. Ağaç kabuğundaki kehribar mercekleri ince tabakaların yana çekilmesi ile oluşan kendilerine özgü düzensiz bir dış hatta sahiptirler. Her iki yanındaki izler de kendilerine özgüdür: diğer tarafı aynı şekilde içine çökük şekildedir.
kehribar sarkıtları (12%) Mikro ve makro sarkıtlar olarak bölünmüşlerdir. Mikro sarkıtlar, “kehribar içinde kehribar” olarak, makro sarkıtlar içinde bulunan reçineleri akıtır. Makro sarkıtlar ise kırılan ağaç parçasından süzülen reçinelerden oluşmaktadır. Makro sarkıtlar bitkilerin ve büyükbaş hayvanların kalıntılarının içerisinde oluşur; tüm birleşimlerin %95’inden fazlası bunların içinde bulunmaktadır. Sarkıtların büyük çoğunluğu, onların kalın dalda tutundukları(2-8 cm çapında) anlamına gelen göz alıcı belirtilere sahiptir.
kehribar damlaları (5%) Ağaç kabukları ve sarkıtlar arasından akan reçinelerin büyük damlalar halinde ayrılması. Farklı boyutlarda olabilirler; tutunabilirlikleri farklıdır ve genellikle deforme olmuş yapıları vardır. Düşerek düzleşen damlalar en çok rastlanılan türlerdendir(yaklaşık %30). Düzgün şekilli damlalar çok nadir bulunmaktadır. Ancak dalların arasından akan reçineler şekillendiğinde ya da suya düştüklerinde düzgün şekil alabilirler38.
Ağaç gövdesi kehribari, çok sayıda ve farklı çeşitlerde bulunan morfolojik kehribar türlerindendir(%58). Ağaç gövdesinin yüzeyinden akan reçineler, yavaşça akarken büyük yığınlar halinde birikirler. Güneş ışığı ile çok kez eriyip katılaşırlar. Uçucu
bileşenler, ısı yoluyla gaz haline dönüşürler ancak bataklıktaki reçine kütlelerinde uçucu maddenin tamamı gaz haline dönüşmez. Ağaç gövdesinin arasından akarken farklı renklerde reçineler meydana gelir, bu da yüzeysel kehribarin çok çeşitli renklerde dokulara sahip olmasının nedenidir. Bilinen en büyük kehribar parçası bir ağaç gövdesi kehribaridir. (birkaç kg ağırlığında)39
1.2 kehribarin Tarihçesi
İnsanların kehribarla tanışmaları, taş devrine (Stone Age) kadar uzanmaktadır. İngiltere deki arkeolojik kazılarda, antik yerleşimlerde M.Ö. (B.C) 11.000 yıllarına ait işlenmiş kehribar bulunmuştur. Almanya, Polonya, Litvanya, Letonya, ve Estonya da Neolitik (Yeni Taş Devri) döneme ait 100 ayrı yerleşimde kehribar ve kehribardan yapılı objelere rastlanmıştır. Kehribar antik çağların bilinen en eski dekoratif maddesidir.
Baltık bölgesinde Yeni Taş Devri (New Stone Age) ve Eski Bronz Çağında (Old Bronze Age), ham kehribar 3 ana merkezde işlenmekteydi. Prusya da Sambia yarımadasında, Litvanya da Sventoji köyünde ve Letonya da Luban Gölü çevresindeki köylerde.
Antik çağ toplumu ve kültürleri kehribardan çok etkilenmişlerdir. Kehribar özellikleri nedeniyle insanların kalbinde mistik bir yer edinmiştir. Yakıldığında güzel reçine kokusu verdiği için, Aztek ve Maya medeniyetlerinde süs taşı olmasının yanında dini törenlerde tütsü ve buhurdan olarak kullanılmıştır. Etrüsklerde, tanrı ve tanrıçalarını kehribardan tasvir ettiler.
3600 yıl önce kurulmuş Miken medeniyeti de, 3000 yıl önce Lübnan da kehribar arayan Asurlular da, Mezopotamya, Mısır, Yunan, Roma, Fenikeliler, Etrüskler, Venedikliler, Keltler de “Kuzeyin Güneş Işığının” (Sunbeam of The North) büyüsüne kapılmışlardır. Bu dönemlerde kehribara talep fiyatları öyle yükseltmiş ki, bir parça kehribar canlı bir köleden daha değerli sayılmıştır. Fenikeliler kehribar temini için deniz yoluyla bugünkü Danimarka nın batı sahillerine seyehat ediyorlardı. Taş devrinden başlayarak kehribar ticari malzeme olarak kabul görmüş ve takas ürünü olarak değerlendirilmiştir. Romalılar ve yunanlar şarap, yağ, tuz, ipek, bronz ve altın vererek karşılığında kehribar alıyorlardı.
Orta Amerika, Meksika da kehribar 5000 yıldan beri bilinmekte olup, süstaşı olarak kullanımının yanında, stresi, üzüntüyü yok eden bir ilaç olarak kabul edilmiştir.
Binlerce yıldır insanlar, özel güçleri olduğuna inanarak kehribardan tesbih, tılsım ve dinsel objeler ürettiler.
Avrupa da Orta Çağ boyunca ana kaynak Baltık Kehribari olmak üzere, tesbih (prayer beads), haç, tanrı ve tanrıça heykelleri üretirken, 16-17 ve 18. yüzyılda oyma ustaları geleneksel oymacılığın yanında yeni teknikler ve aletler geliştirdiler. Bu dönemde popüler bir sanat haline gelen kehribar işlemeciliği ile ustalar, tornada onu kesip, parlatıp, şekillendirerek çeşitli figürler, heykeller, şamdan, oyuncak, kilise ve kutsal yerler için dekoratif objeler, armalar, kolyeler (necklaces), kaplar (Containers), kutular (boxes), çanaklar (bowls), tepsiler (plates), flütler (flütes), düğmeler (buttons), satranç takımı (chess sets), saat kabı (watch cases), pipoların ağızlık kısımları (mouth pieces for pipes) v.b. ürettiler.
Baltık ülkelerinden elde edilen kehribar 5000 yıl boyunca, Avrupa nın güneyi ve Orta Doğuya kaynak sağlamıştır. 1800 lü yılların ortalarına kadar, deniz, plaj, kum ve alüvyonlardan toplanan kehribar bu tarihlerde artık madenlerden de çıkarılmaya başlanmıştır. Bu dönemde kehribar ticaretinin merkezi Könisberg (bugün Kaliningrad-Rusya) ve Danzing (bugün Gdansk-polonya) idi.
Kendini çekici ve özel kılan nitelikleri nedeniyle binlerce yıldan bu yana insanlar, kehribarı mistik bir madde saymanın ötesinde çeşitli hastalıkları iyileştirici gücü olduğuna da inanmaktadırlar. Boğaz ağrılarına ve hastalıklarına karşı boyuna takılacak bir kehribar kolyenin iyi geldiğini, su veya şarapta 2 hafta kadar bekletilen kehribarın suyunu içmenin miğde ağrısına, astıma iyi geldiğini ve kanamayı durdurduğuna inanıyorlardı.
Koruyucu özelliği nedeniyle eski Mısır da mumyalama işlemlerinde kullanılmıştır.Ayrıca sihirli güçler taşıdığına inanılarak, şeytani güçlere ve büyülere karşı kalp şekilli kehribar kolyeler takarlardı. Prehistorik toplumlar yalnızca deniz kıyılarından toplanabilen kehribarın kaynağı için çeşitli yorumlarda bulunmuşlardır. Tanrıların gözyaşları (tears of the gods), güneşin gözyaşları (tears of the sun), ağaçların gözyaşları (tears of trees) ve Tanrıların idrarı (urine of the gods) nın kehribara dönüştüğünü kabul ediyorlardı.
Günümüzde de, avuca alınarak ovuşturulan bir kehribar parçasının vücudun gerilimini azaltıp, elektriğini aldığı düşünülmektedir. Kasaya veya cebe konulan kehribarın parayı çekip, zenginlik getireceğine inanılmaktadır.40
Fotoğraf 35 Duvar süslemesi
Hemen bütün dillerde “ambra” ve “kehribar” şekillerinde bulunan “kehribar” kelime¬sinin aslında Arapça “anber” olduğu ve İspanyolca aracılığıyla Avrupa dillerine geçtiği kabul edilmektedir. Ancak “anber”‘ in Arapça’dan türemesi mümkün değildir ve bu dile Pehlevîce aracılığıyla Grekçe “ambrosia” kelimesinden bozularak sonradan girmiştir. Homeros’tan itibaren pek çok Grek ve Latin yazarının açıkladığına göre “ambrosia” mitolojide, tanrıların ölümsüz olmalarını temin eden ve yiyen fânileri de ölümsüzleştiren özel yiyeceğin adıdır ve güzel kokan bu yiyecek aynı zamanda tanrılar tarafından vücutlarına ve saçlarına da sürülebilmektedir. Bu durumda, İskender’den sonra Hindistan’da başlayan Doğu Helenizmi sırasında hakimlerin ihtiyarlık rahatsızlıklarına iyi geldiği için onları gençleştirdiğine inanılan ve mahiyeti de esrarlı olan bu güzel kokulu okyanus ürününü, ölümsüzlerin yiyeceği efsanevî “ambrosia”ya benzetmiş oldukları anlaşılmaktadır. Mevcut bilgilere göre kehribar Avrupa’ya XIII. yüzyılda Endülüs
Arapları tarafından tanıtılmış ve “ambra”-“kehribar” kelimesi de o devirden itibaren Orta Latince’ye girmiştir.41
Orta Çağ’ da kötü ruhları kovmak için, kehribari öğüterek toz haline getirip, ateşin üzerine serperlerdi.Araplar aynı amaç için taşı muska olarak boyunlarında taşırlardı.Yunanlılar taşın elektrostatik olarak yüklenebildiğini keşfetmiş ve taşa “elektron” adını vermişlerdir.Roma devrinde kehribar, troid tedavisinde kullanıldığı gibi günümüzde de bu yöntem çok yaygındır.42
13. yüzyıla kadar kıyı sakinleri kehribari deniz kenarından topladılar ve daha sonraları ağlarla deniz yatağı oluşturarak nasıl kehribar elde edileceğini öğrendiler. Çoğunlukla geceleri bir tepenin ya da ağacın üzerine yerleştirilmiş bir fıçı dolusu katranla sahili aydınlatarak çalıştılar. Daha sonraları bu amaç için daha büyük balık ağları ve sığ yerlerde ise özel kancalar kullanıldı. Dalış takımının ortaya çıkmasıyla birlikte kehribar doğrudan deniz yüzeyinden toplandı.
1854’te Juodkrante yakınındaki Curonian Bay’daki serbest su kanalların derinleştirilmesi sırasında büyük kehribar depolarının bulunmasıyla, daha ciddi anlamda kazı çalışmaları başladı. Curonian Bay bölgesinden olan iki Yahudi iş adamı Stantien ve Becker kısa zamanda zengin olan ve buhar arındırıcıların yardımıyla 1857’de makineleşmiş kehribar kazı çalışmalarına başlayan bir şirket kurdular. R. Klebbs’in dünya antrapologlarının ilgisini çeken meşhur koleksiyonu burada bulunmuştur. İnsanlar ilgi duydular ve bu yer ile bu kehribar hakkında yazmaya ve konuşmaya başladılar. Endrüstri faaliyeti en hareketli anındaydı. Her yıl 30- 50 ton kehribar çıkarılıyordu. Bir süre sonra şirket sahipleri Palvininkai(şimdi Yantarny, Kaliningrad ili)’de kehribar üreten bir maden daha satın aldılar ve bir kehribar-işleme fabrikası kurdular. Palvininkai depoları dünya kehribarinin %90’ına sahip olduğu için, bu iki tüccarın doğu Prusya’daki daki en zengin sanayicilerden birisi olmaları hiç şaşırtıcı değildir. Şimdi bile her yıl bu mineralden 500¬700 ton modern madencililk ekipmanlarının açık madenlerde kullanılmasıyla çıkarılmaktadır. Juodkrante’de yerliler körfezden bi yarıkla zenginleştirilmiş tarlalarında patates çıkarırken hala kehribar parçaları bulmaktadırlar.
Curonian Bay’da kehribarin çıkarılmaya devam etmesi için birçok girişimde bulunulmuştur ancak kullanılan yöntemlerin ilkelliği nedeniyle girişimlerde oldukça
başarısız olunmuştur. Örneğin Count Tiskevicius, Palanga yakınlarında bir bataklıktan kehribar çıkarmayı denemiştir. Sadece birkaç yüz kilogram kadar kehribar çıkarılmasına rağmen, “Palanga hazinesinin” toplandığı yer burası olmuştur.
Curonian Bay’daki balıkçılar kesele olarak adlandırılan iki tekneyle çekilen ağ ile denizin derinliklerinden kehribari çıkarmaktaydılar. Ağın denizyatağını tutan ve kehribar parçalarını yakalayan özel kancaları vardı. Bu ağ ile kehribarler toplanırdı. Bu kehribar üretim yöntemi sadece Curonian Isthmus’da kullanılır ve başka bir yerde bilinmezdi. 19. yüzyılın sonlarında zengin tüccarlar Curonian Bay deposunu bıraktılar ve kaynağın tekrar kullanılması çok kısa zaman önce başladı. 3000 hektarlık alanda kehribar bulunduran katmana, Klaipéda deniz limanının derinleştirilmesi ile ulaşıldı.
Tarih boyunca kehribar üretimi üzerine birçok yöntem kullanılmış olmasına rağmen, geçtiğimiz yüzyılda kullanılan yöntemler çok yönlü ve etkili olmuş, kıyılardan kehribar parçalarının toplanması yaygınlaşmış ve uzun süre devam etmiştir. Günümüzde bile Karklé ya da Melnragé yakınlarında Baltık denizi kıyılarında kehribar avcıları (yaklaşık 30 kişi) ağın atılması başarılı olursa 30- 50 kg’ a kadar kehribar çıkarabilmektedirler. 43
“Asirían hükümdarı Ashur-Nasir-Apal halkını kehribarin bakır gibi yıkandığı karaya parçasına gönderir…”Dikilitaş üzerinde M.Ö 883 yılına ait bir Asirian kitabesi.
Bilim adamları kehribar ticaretinin Yeni Taş Devri başlarında başladığını ileri sürmektedir. Jutland’taki önemli kazı merkezlerinden ve Doğu Baltık kıyılarından elde edilen kehribar, Mısır’a kadar ulaşarak tüm Avrupa merkezlerinde yayılmaya başladı. Baltık kehribar taşları M.Ö 3400-2400 yıllarında Tetis Piramidi’nin firavun mezarlarında bulunmuştur. 1871-1890 yıllarında Truva’nın ve aynı zamanda diğer birçok sanat yapıtlarının kazısını yapan Alman arkeolog Heinrich Schliemann kehribar taşlarını bulmuştur. Bilim adamları onların M.Ö 3000 yılında Baltık kıyılarından getirilen kehribarden yapıldıklarını kanıtlamışlarıdır. Aynı arkeolog Baltık kehribarini M.Ö 1600-800 yılları arasında Girit adasında oluşturulan Mycenaean kültürünün kubbe mezarlarında da bulmuştur.
1. ve 3. yüzyıllarda Roma İmparatorluğu ve sömürgeleri arasında oldukça yoğun bir kehribar ticareti sözkonusuydu ve bu da “kehribar yolu”nun oluşmasını sağladı. kehribar hazine olarak görülmeye başlandı hatta Yunanistan ve Roma İmparatorluğu’nda
“kuzey altını” olarak adlandırıldı. İmparator Nero dönemlerinde (M.S 54-68) küçük bir kehribar yapımı heykelin değeri, genç ve sağlıklı bir köleden daha fazlaydı. Özellikle de saydam kırmızımsı ya da altın rengi kehribar çok değerliydi ve bunlar süs eşyalarının, küçük eşya ve aletlerin yapımında kullanılmaktaydı. Mat kehribar sadece tütsü yapımında kullanılıyordu. Yaşlı Pliny “Doğal Tarih” adlı çalışmasında bu dönemlerden bahseder ve hem bir amfitiyatroyu, hem de gladyatörlerin kıyafet ve silahlarını süslemeye yetecek miktarda kehribari getirmeyi başaran bir Romalı atlının öyküsünü anlatır. En büyük parça 4kg’ın üzerindedir. Roma İmparatorluğunun geleceğini önceden belirleyen kehribar ara noktalarda saklanmaktaydı. 3 ton kehribarin depolandığı bunun gibi 3 ambar, Wroclaw yakınlarında bulunmuştur.
Tarih başlangıcı devirlerinde bile, kehribar tacirleri tarafından kullanılmakta idi. Bu çok aranılan Romalılar ve Kavimler Göçü zamanından kalan büyük ticaret yolları, mesela Ren-Ron yolu yada kehribar yolu olarak da adlandırılan ve Doğu Alplerinden geçen Kuzey-Güney bağlantısı, tarih öncesi ve maddenin, hem süs eşyası, hem de işlenmiş olarak büyük bir ticari değeri bulunmaktaydı. Bugün ise, koleksiyoncular ve bilim adamları, daha çok kehribarın içinde hapis kalanlarla ilgilenmektedir. Çünkü bunlar, üçüncü zaman olan hayvan ve bitki dünyasına daha derinden bir bakışı mümkün kılmaktadır.45
1.2.1 kehribarin yaşı
kehribarın varlığı tümüyle, yeryüzünde reçine salgılayan ağaç topluluğunun oluşmasıyla ilgilidir. Dolayısıyla bu ağaçların yaşadığı, reçine salgıladığı, bu reçinenin sedimanların altına gömüldüğü, bunların üzerine gelen çökel (sediman) lerin yarattığı basınç ve sıcaklığın oluşturduğu fiziko-kimyasal değişimlerin yaşandığı dönem kehribarin oluşum yaşının başlangıcını oluşturur. Reçinenin türü, gömüldüğü jeolojik ortama taşınan çökellerin miktarı ve cinsi, reçinenin gömüldüğü derinliklerdeki koşullar gibi bir çok faktör reçinenin kehribare dönüşüm sürecini belirler. Değişen iklim koşullarına bağlı olarak Dünyanın değişik yerlerinde, farklı zamanlarda meydana gelen bol reçine veren ağaçların yaşadığı ormanların çağına bağlı olarak kehribarın oluşum yaşının 20 milyon yıldan 345 milyon yıla kadar yayıldığı kabul edilmektedir. 20 milyon yıldan genç kehribarlar, birçoklarınca Copal sınıfında kabul edilmektedirler.46
kehribarin yaşı, öncelikle içinde oluştuğu jeolojik formasyonların (kil, silt, kum, lignit v.b.) yaşına bağlı olarak belirtilir. Bu formasyonların yaşı, kehribare bağlı olmaksızın, içlerinde bulunan karakteristik fosil**lerin yaşına göre belirlenir. Eğer kehribar içinde yaşı belirlenebilen inklüzyon (Kapanım) fosil varsa, buradan da belirgin bir yaş söylenebilir. Avrupa kıtasında 50 farklı yaşa ait kehribar belirlenmiştir.
Bilinen en eski kehribar 345 milyon yıl, Üst Karbonifer (Upper Carboniferous)
yaşında olup, Northumberland-USA da bulunmuştur. Fosil bulunduran en eski kehribar
Alt Kretase (Lower Cretaseous) 146 mil. yıl yaşındadır. Karboniferden, Pleistosene
kadar sediment (tortul) kayaçlar içinde kehribare rastlanmıştır. kehribarın, Dünya üzerinde
en bol bulunduğu yaş aralığı 20-65 milyon yıl olup Tersiyer dönemidir. kehribarın,
Dünyanın değişik yerlerinde belirlenen oluşum yaşlarına ait bazı örnekler en
gençten en yaşlıya doğru şöyledir :
Miyosen (5000 yıl-24 mil. yıl) : Dominik, Kolombiya, Brezilya, Almanya-Bitterfield, Yeni Zelanda, Meksika-Chiapas, Romanya, Borneo, Sicilya, Sumatra, USA-N.Carolina.
Oligosen (24-38 mil. yıl) : Baltık denizi kıyıları, Polonya, Rusya, İsveç, İngiltere, Arjantin,Meksika.
Eosen (38-54 mil.yıl) : Nijerya, Polonya, Rusya, İsveç, İngiltere, USA- Arkansas, California,Washington.
Paleosen (54-65 mil. yıl) : Rusya, İngiltere, USA-Wyoming.
Kretase (65-145 mil. yıl) : Brezilya, Avusturya, Burma, Kanada-Alberta, Macaristan, İsrail, Meksika, Fransa, İspanya, Japonya, Lübnan, Polonya, Rusya, İsviçre,Borneo, İ ngiltere,USA-Newjersey.
Jura (145-215 mil. yıl) : Kazakistan (Chimkent), Danimarka (Bornholm).
Triyas (215-245 mil. yıl) : Avusturya.
Permiyen (245-285 mil. yıl) : Rusya (Chekarda river – Ural mountains).
Karbonifer (285-345 mil. yıl) : İngiltere-Northumberland, USA-Upper Missisipi Valley- Montana.
Karakteristik fosil: Kitlesel biyolojik yokoluşlar veya yaşam süreçlerinin sonunagelip, yeryüzünden tüm türleriyle yok olan canlıların fosilleri karakteristik fosildir. Bufosiller bulunduğu kayacın oluşum ortamını ve yaşını belirlememize yardım eder.Canlının yeryüzündeki yaşam süreci (yeryüzünde ilk ve son varolduğu dönem) nekadar kısa olursa fosilin bilimsel değeri o kadar fazla olur. Çünkü onun bulunduğu
kayaç topluluğu daha belirgin olarak yaşlandırılır. Örneğin, Trilobitler, Kambriyendekısa bir dönem yaşamış ve yok olmuşlardır. Dinozorlar 65 milyon yıl önce yokolmuşlardır, bu nedenle karakteristik fosildirler.
Yaşı 4.7 milyar yıl olarak hesaplanan Dünyamız üzerinde, ilk omurgalı canlıların 500-600 milyon yıl, böceklerin evrimi ise 350-400 milyon yıl önce başlamıştır. Dünyanın en ilgi çekici canlıları olan Dinozorlar, yeryüzünün tüm kıtalarında yaşayıp, bazılarının 26 metre gibi devasa, bazılarının bir tavşan kadar minyatür boyutlara sahip olmalarının yanında, karada, suda ve havada yaşayan türleriyle ve günümüzden yaklaşık ilk 230 milyon yıl önce ortaya çıkıp, 65 milyon yıl önce yeryüzünden topluca yok olmalarıyla çarpıcı bir canlı türünü oluşturmaktadırlar.
Her ne kadar kehribarlerin, büyük rezervler oluşturan bölümü Tersiyer de yani, dinozorların yeryüzünden çekilmelerinden sonra oluşmuşlarsa da Dünyanın çeşitli yerlerinde Dinozor Çağına ait kehribar oluşumları mevcuttur. Böceklerin yeryüzündeki varlığı dinozorlardan eski olduğu için, milyonlarca yıl önce yaşamış sivrisineklerin (mosqiutos) kurbanları arasında dinozorlarda vardı. Dolayısıyla, “Jurassic Park” filminin yapımcısı Steven Spielberg in filmde, kehribar içinde tuzağa düşmüş sivrisineğin bir dinozordan emdiği kandan elde ettiği DNA ile yarattığı dinozorlar mantık zincirine ters düşmemektedir.47
Ağaç reçineleri sıvı haldedir ve buharlaşma yoluyla çok hızlı biçimde katılaşırlar. Katılaşmakta olan reçine içerisine giren en ufak bir sinek
veya karınca yüzyıllar boyunca orada kalabilir, birleşimler de bu yolla oluşmaktadır. kehribar içerisinde yaklaşık 3000 adet hayvan fosiline rastlanmıştır. Şuan var olan böcek türlerinin %10-15’i, o zamandan beri gelişme göstermemiştir. En yaygın birleşimler böceklerdir.(%86.7) ve eklembacaklıların örümcek ve akrep türleridir(%11.6). Diğer hayvan gruplarına %1.7 oranında ve bitkilere ise %0.4 oranında rastlanmaktadır
Böceklerin çoğu kehribar içerisinde kusursuzca korunur. En ufak tüy veya tortu dahi kehribar içinde saklanabilir. Böceklerin çoğu henüz canlıyken reçine içerisine kapılabilr, bazen rüzgarla sürüklenebilir, bazen de ağaç, üzerinde böcekler varken büyük miktarda reçineyi dışarıya salabilir. Reçineler içerisinde sadece küçük ve genellikle ormanda yaşayan türlere rastlanmaktadır çünkü büyük böcekler kaçmaya yetecek güce sahiptir. Suda yaşayan böcekler de çoğunlukla reçineler içinde hapsolmaktadır. Kuru yerlerde yaşayan ve ağacın en çok reçine bıraktığı ve ağaç metabolizmasının çalıştığı bahar dönemlerinde uçamayan bu böcekler kehribar içerisinde bulunur.
kehribar içerisinde kanatlı böceklerin keşfi oldukça değişken olmuştur. Bu böceklerden bazıları örneğin düz kanatlılar en nadir bulunan türdür, çift kanatlılar ise reçine içerisine dahil olan hayvan türlerinin büyük çoğunluğunu oluşturmaktadır.
OTANTİK TAŞ FARKI İLE 925 AYAR GÜMÜŞ EL İŞÇİLİĞİ KAZAZİYE PÜSKÜL 1.KALİTE %100 HAS DAMLA KALİNİNGRAD RUSYA KEHRİBAR TAŞI TESBİH .ÜRÜNÜMÜZ KOLEKSİYON BİR PARÇA OLUP SATILDIĞINDA REYONUMUZDAN KALKAR….
TANE:10X8 MM
İMAM DAHİL UZUNLUK :22 CM
PÜSKÜL DAHİL UZUNLUK 33 CM
14 GR
kehribar içerisinde bulunan bitki parçaları ise genellikle küçük yapraklar, iğneler, çiçekler veya çiçek parçaları; bazen de ince dallar ya da meyvelerdir. Yeraltındaki bitkilerin subtropikal iklimde yetişen kızılyaprakları, açıktohumluların ise çam iğneleri kehribar içerisinde bulunabilir. Kapalı tohumluların kehribar içerisinde en çok bulunan türleri ise meşe, kayın ve Akçaağaç parçalarıdır. Bununla birlikte çok sayıda eşeysiz spor, özellikle mantar, yeşil yosun ve polenler de kehribar içerisinde bulunmaktadır. 36
Bitkiler ve eklembacaklıların yanında çok nadir olmakla birlikte diğer hayvanlar ve parçaları, bazı oligosenler, kancalı kurtlar ve diğer küçük solucanlar ve 9 yumuşakça türüne de rastlanmıştır. Vilnius’ta bir müzede içerisinde salyangozun kabuğu olan tek bir kehribar örneği sergilenmektedir.
1.1.3 Morfoloji
Doğal kehribar parçalarını gözlemleyerek reçinelerin nasıl damladığını ya da aktığını anlayabiliriz. Bazı kehribarlerin damlaları düzgün şekillidir, diğerleri sarkıtlar halinde katılaşmıştır, reçinelerin büyük kısmı ağaç gövdesinden ayrılmış, parçalar halinde sertleşmiş, ağaç kabuklarının altında ya da ağaç gövdesinde de birleşmiştir.
kehribarin iki morfolojik türü bulunmaktadır. Biri ağaç kabuğu ve dallarının farklı yerlerinde ilk reçine ile oluşan alt mercek, diğeri ise kehribarin yere dökülmesi ile oluşan yüzeysel sarkıtlar halindeki damlalardır. kehribarin %80’i yüzeysel oluşumludur. Birleşimlerin çoğu bu yolla oluşur. İyi görünümlü morfolojik kehribar türleri çok nadir bulunur. Sadece kırılan ya da sürtülen kehribarlerin parçalarına rastlanır. Kendine özgü özellikleri bilindiğinde türleri belirlemek daha kolay olur. Gövde içinde reçineler diğerlerinden ayrı, özel bir kanalda ve sıkıştırılmış biçimde bulunmaktadır. Bu nedenle kanallar kırıldığında kolayca akabilmektedirler.37
Ağaç mercekleri (2%) Reçineler sıkıştırıldığından ve dış etkilerden uzak olduklarından saydamdırlar. Ağaç kabuğunun altındaki mercekler (7%) Reçineler yırtılan kabuğun altından akarken oluşmaktadır. Ağaç kabuğunun oyuntusu, reçinenin dış şeklini oluşturur. Büyütken doku liflerinin izlerine genellikle ağaç kabuğunun altındaki merceklerin yüzeyinde rastlanmaktadır.
Ağaç kabuğu kehribari (3%) Kalın ağaç kabuğunda ince tabakalar yana çekildiği zaman oluşmaktadır. Ağaç kabuğundaki kehribar mercekleri ince tabakaların yana çekilmesi ile oluşan kendilerine özgü düzensiz bir dış hatta sahiptirler. Her iki yanındaki izler de kendilerine özgüdür: diğer tarafı aynı şekilde içine çökük şekildedir.
kehribar sarkıtları (12%) Mikro ve makro sarkıtlar olarak bölünmüşlerdir. Mikro sarkıtlar, “kehribar içinde kehribar” olarak, makro sarkıtlar içinde bulunan reçineleri akıtır. Makro sarkıtlar ise kırılan ağaç parçasından süzülen reçinelerden oluşmaktadır. Makro sarkıtlar bitkilerin ve büyükbaş hayvanların kalıntılarının içerisinde oluşur; tüm birleşimlerin %95’inden fazlası bunların içinde bulunmaktadır. Sarkıtların büyük çoğunluğu, onların kalın dalda tutundukları(2-8 cm çapında) anlamına gelen göz alıcı belirtilere sahiptir.
kehribar damlaları (5%) Ağaç kabukları ve sarkıtlar arasından akan reçinelerin büyük damlalar halinde ayrılması. Farklı boyutlarda olabilirler; tutunabilirlikleri farklıdır ve genellikle deforme olmuş yapıları vardır. Düşerek düzleşen damlalar en çok rastlanılan türlerdendir(yaklaşık %30). Düzgün şekilli damlalar çok nadir bulunmaktadır. Ancak dalların arasından akan reçineler şekillendiğinde ya da suya düştüklerinde düzgün şekil alabilirler38.
Ağaç gövdesi kehribari, çok sayıda ve farklı çeşitlerde bulunan morfolojik kehribar türlerindendir(%58). Ağaç gövdesinin yüzeyinden akan reçineler, yavaşça akarken büyük yığınlar halinde birikirler. Güneş ışığı ile çok kez eriyip katılaşırlar. Uçucu
bileşenler, ısı yoluyla gaz haline dönüşürler ancak bataklıktaki reçine kütlelerinde uçucu maddenin tamamı gaz haline dönüşmez. Ağaç gövdesinin arasından akarken farklı renklerde reçineler meydana gelir, bu da yüzeysel kehribarin çok çeşitli renklerde dokulara sahip olmasının nedenidir. Bilinen en büyük kehribar parçası bir ağaç gövdesi kehribaridir. (birkaç kg ağırlığında)39
1.2 kehribarin Tarihçesi
İnsanların kehribarla tanışmaları, taş devrine (Stone Age) kadar uzanmaktadır. İngiltere deki arkeolojik kazılarda, antik yerleşimlerde M.Ö. (B.C) 11.000 yıllarına ait işlenmiş kehribar bulunmuştur. Almanya, Polonya, Litvanya, Letonya, ve Estonya da Neolitik (Yeni Taş Devri) döneme ait 100 ayrı yerleşimde kehribar ve kehribardan yapılı objelere rastlanmıştır. Kehribar antik çağların bilinen en eski dekoratif maddesidir.
Baltık bölgesinde Yeni Taş Devri (New Stone Age) ve Eski Bronz Çağında (Old Bronze Age), ham kehribar 3 ana merkezde işlenmekteydi. Prusya da Sambia yarımadasında, Litvanya da Sventoji köyünde ve Letonya da Luban Gölü çevresindeki köylerde.
Antik çağ toplumu ve kültürleri kehribardan çok etkilenmişlerdir. Kehribar özellikleri nedeniyle insanların kalbinde mistik bir yer edinmiştir. Yakıldığında güzel reçine kokusu verdiği için, Aztek ve Maya medeniyetlerinde süs taşı olmasının yanında dini törenlerde tütsü ve buhurdan olarak kullanılmıştır. Etrüsklerde, tanrı ve tanrıçalarını kehribardan tasvir ettiler.
3600 yıl önce kurulmuş Miken medeniyeti de, 3000 yıl önce Lübnan da kehribar arayan Asurlular da, Mezopotamya, Mısır, Yunan, Roma, Fenikeliler, Etrüskler, Venedikliler, Keltler de “Kuzeyin Güneş Işığının” (Sunbeam of The North) büyüsüne kapılmışlardır. Bu dönemlerde kehribara talep fiyatları öyle yükseltmiş ki, bir parça kehribar canlı bir köleden daha değerli sayılmıştır. Fenikeliler kehribar temini için deniz yoluyla bugünkü Danimarka nın batı sahillerine seyehat ediyorlardı. Taş devrinden başlayarak kehribar ticari malzeme olarak kabul görmüş ve takas ürünü olarak değerlendirilmiştir. Romalılar ve yunanlar şarap, yağ, tuz, ipek, bronz ve altın vererek karşılığında kehribar alıyorlardı.
Orta Amerika, Meksika da kehribar 5000 yıldan beri bilinmekte olup, süstaşı olarak kullanımının yanında, stresi, üzüntüyü yok eden bir ilaç olarak kabul edilmiştir.
Binlerce yıldır insanlar, özel güçleri olduğuna inanarak kehribardan tesbih, tılsım ve dinsel objeler ürettiler.
Avrupa da Orta Çağ boyunca ana kaynak Baltık Kehribari olmak üzere, tesbih (prayer beads), haç, tanrı ve tanrıça heykelleri üretirken, 16-17 ve 18. yüzyılda oyma ustaları geleneksel oymacılığın yanında yeni teknikler ve aletler geliştirdiler. Bu dönemde popüler bir sanat haline gelen kehribar işlemeciliği ile ustalar, tornada onu kesip, parlatıp, şekillendirerek çeşitli figürler, heykeller, şamdan, oyuncak, kilise ve kutsal yerler için dekoratif objeler, armalar, kolyeler (necklaces), kaplar (Containers), kutular (boxes), çanaklar (bowls), tepsiler (plates), flütler (flütes), düğmeler (buttons), satranç takımı (chess sets), saat kabı (watch cases), pipoların ağızlık kısımları (mouth pieces for pipes) v.b. ürettiler.
Baltık ülkelerinden elde edilen kehribar 5000 yıl boyunca, Avrupa nın güneyi ve Orta Doğuya kaynak sağlamıştır. 1800 lü yılların ortalarına kadar, deniz, plaj, kum ve alüvyonlardan toplanan kehribar bu tarihlerde artık madenlerden de çıkarılmaya başlanmıştır. Bu dönemde kehribar ticaretinin merkezi Könisberg (bugün Kaliningrad-Rusya) ve Danzing (bugün Gdansk-polonya) idi.
Kendini çekici ve özel kılan nitelikleri nedeniyle binlerce yıldan bu yana insanlar, kehribarı mistik bir madde saymanın ötesinde çeşitli hastalıkları iyileştirici gücü olduğuna da inanmaktadırlar. Boğaz ağrılarına ve hastalıklarına karşı boyuna takılacak bir kehribar kolyenin iyi geldiğini, su veya şarapta 2 hafta kadar bekletilen kehribarın suyunu içmenin miğde ağrısına, astıma iyi geldiğini ve kanamayı durdurduğuna inanıyorlardı.
Koruyucu özelliği nedeniyle eski Mısır da mumyalama işlemlerinde kullanılmıştır.Ayrıca sihirli güçler taşıdığına inanılarak, şeytani güçlere ve büyülere karşı kalp şekilli kehribar kolyeler takarlardı. Prehistorik toplumlar yalnızca deniz kıyılarından toplanabilen kehribarın kaynağı için çeşitli yorumlarda bulunmuşlardır. Tanrıların gözyaşları (tears of the gods), güneşin gözyaşları (tears of the sun), ağaçların gözyaşları (tears of trees) ve Tanrıların idrarı (urine of the gods) nın kehribara dönüştüğünü kabul ediyorlardı.
Günümüzde de, avuca alınarak ovuşturulan bir kehribar parçasının vücudun gerilimini azaltıp, elektriğini aldığı düşünülmektedir. Kasaya veya cebe konulan kehribarın parayı çekip, zenginlik getireceğine inanılmaktadır.40
Fotoğraf 35 Duvar süslemesi
Hemen bütün dillerde “ambra” ve “kehribar” şekillerinde bulunan “kehribar” kelime¬sinin aslında Arapça “anber” olduğu ve İspanyolca aracılığıyla Avrupa dillerine geçtiği kabul edilmektedir. Ancak “anber”‘ in Arapça’dan türemesi mümkün değildir ve bu dile Pehlevîce aracılığıyla Grekçe “ambrosia” kelimesinden bozularak sonradan girmiştir. Homeros’tan itibaren pek çok Grek ve Latin yazarının açıkladığına göre “ambrosia” mitolojide, tanrıların ölümsüz olmalarını temin eden ve yiyen fânileri de ölümsüzleştiren özel yiyeceğin adıdır ve güzel kokan bu yiyecek aynı zamanda tanrılar tarafından vücutlarına ve saçlarına da sürülebilmektedir. Bu durumda, İskender’den sonra Hindistan’da başlayan Doğu Helenizmi sırasında hakimlerin ihtiyarlık rahatsızlıklarına iyi geldiği için onları gençleştirdiğine inanılan ve mahiyeti de esrarlı olan bu güzel kokulu okyanus ürününü, ölümsüzlerin yiyeceği efsanevî “ambrosia”ya benzetmiş oldukları anlaşılmaktadır. Mevcut bilgilere göre kehribar Avrupa’ya XIII. yüzyılda Endülüs
Arapları tarafından tanıtılmış ve “ambra”-“kehribar” kelimesi de o devirden itibaren Orta Latince’ye girmiştir.41
Orta Çağ’ da kötü ruhları kovmak için, kehribari öğüterek toz haline getirip, ateşin üzerine serperlerdi.Araplar aynı amaç için taşı muska olarak boyunlarında taşırlardı.Yunanlılar taşın elektrostatik olarak yüklenebildiğini keşfetmiş ve taşa “elektron” adını vermişlerdir.Roma devrinde kehribar, troid tedavisinde kullanıldığı gibi günümüzde de bu yöntem çok yaygındır.42
13. yüzyıla kadar kıyı sakinleri kehribari deniz kenarından topladılar ve daha sonraları ağlarla deniz yatağı oluşturarak nasıl kehribar elde edileceğini öğrendiler. Çoğunlukla geceleri bir tepenin ya da ağacın üzerine yerleştirilmiş bir fıçı dolusu katranla sahili aydınlatarak çalıştılar. Daha sonraları bu amaç için daha büyük balık ağları ve sığ yerlerde ise özel kancalar kullanıldı. Dalış takımının ortaya çıkmasıyla birlikte kehribar doğrudan deniz yüzeyinden toplandı.
1854’te Juodkrante yakınındaki Curonian Bay’daki serbest su kanalların derinleştirilmesi sırasında büyük kehribar depolarının bulunmasıyla, daha ciddi anlamda kazı çalışmaları başladı. Curonian Bay bölgesinden olan iki Yahudi iş adamı Stantien ve Becker kısa zamanda zengin olan ve buhar arındırıcıların yardımıyla 1857’de makineleşmiş kehribar kazı çalışmalarına başlayan bir şirket kurdular. R. Klebbs’in dünya antrapologlarının ilgisini çeken meşhur koleksiyonu burada bulunmuştur. İnsanlar ilgi duydular ve bu yer ile bu kehribar hakkında yazmaya ve konuşmaya başladılar. Endrüstri faaliyeti en hareketli anındaydı. Her yıl 30- 50 ton kehribar çıkarılıyordu. Bir süre sonra şirket sahipleri Palvininkai(şimdi Yantarny, Kaliningrad ili)’de kehribar üreten bir maden daha satın aldılar ve bir kehribar-işleme fabrikası kurdular. Palvininkai depoları dünya kehribarinin %90’ına sahip olduğu için, bu iki tüccarın doğu Prusya’daki daki en zengin sanayicilerden birisi olmaları hiç şaşırtıcı değildir. Şimdi bile her yıl bu mineralden 500¬700 ton modern madencililk ekipmanlarının açık madenlerde kullanılmasıyla çıkarılmaktadır. Juodkrante’de yerliler körfezden bi yarıkla zenginleştirilmiş tarlalarında patates çıkarırken hala kehribar parçaları bulmaktadırlar.
Curonian Bay’da kehribarin çıkarılmaya devam etmesi için birçok girişimde bulunulmuştur ancak kullanılan yöntemlerin ilkelliği nedeniyle girişimlerde oldukça
başarısız olunmuştur. Örneğin Count Tiskevicius, Palanga yakınlarında bir bataklıktan kehribar çıkarmayı denemiştir. Sadece birkaç yüz kilogram kadar kehribar çıkarılmasına rağmen, “Palanga hazinesinin” toplandığı yer burası olmuştur.
Curonian Bay’daki balıkçılar kesele olarak adlandırılan iki tekneyle çekilen ağ ile denizin derinliklerinden kehribari çıkarmaktaydılar. Ağın denizyatağını tutan ve kehribar parçalarını yakalayan özel kancaları vardı. Bu ağ ile kehribarler toplanırdı. Bu kehribar üretim yöntemi sadece Curonian Isthmus’da kullanılır ve başka bir yerde bilinmezdi. 19. yüzyılın sonlarında zengin tüccarlar Curonian Bay deposunu bıraktılar ve kaynağın tekrar kullanılması çok kısa zaman önce başladı. 3000 hektarlık alanda kehribar bulunduran katmana, Klaipéda deniz limanının derinleştirilmesi ile ulaşıldı.
Tarih boyunca kehribar üretimi üzerine birçok yöntem kullanılmış olmasına rağmen, geçtiğimiz yüzyılda kullanılan yöntemler çok yönlü ve etkili olmuş, kıyılardan kehribar parçalarının toplanması yaygınlaşmış ve uzun süre devam etmiştir. Günümüzde bile Karklé ya da Melnragé yakınlarında Baltık denizi kıyılarında kehribar avcıları (yaklaşık 30 kişi) ağın atılması başarılı olursa 30- 50 kg’ a kadar kehribar çıkarabilmektedirler. 43
“Asirían hükümdarı Ashur-Nasir-Apal halkını kehribarin bakır gibi yıkandığı karaya parçasına gönderir…”Dikilitaş üzerinde M.Ö 883 yılına ait bir Asirian kitabesi.
Bilim adamları kehribar ticaretinin Yeni Taş Devri başlarında başladığını ileri sürmektedir. Jutland’taki önemli kazı merkezlerinden ve Doğu Baltık kıyılarından elde edilen kehribar, Mısır’a kadar ulaşarak tüm Avrupa merkezlerinde yayılmaya başladı. Baltık kehribar taşları M.Ö 3400-2400 yıllarında Tetis Piramidi’nin firavun mezarlarında bulunmuştur. 1871-1890 yıllarında Truva’nın ve aynı zamanda diğer birçok sanat yapıtlarının kazısını yapan Alman arkeolog Heinrich Schliemann kehribar taşlarını bulmuştur. Bilim adamları onların M.Ö 3000 yılında Baltık kıyılarından getirilen kehribarden yapıldıklarını kanıtlamışlarıdır. Aynı arkeolog Baltık kehribarini M.Ö 1600-800 yılları arasında Girit adasında oluşturulan Mycenaean kültürünün kubbe mezarlarında da bulmuştur.
1. ve 3. yüzyıllarda Roma İmparatorluğu ve sömürgeleri arasında oldukça yoğun bir kehribar ticareti sözkonusuydu ve bu da “kehribar yolu”nun oluşmasını sağladı. kehribar hazine olarak görülmeye başlandı hatta Yunanistan ve Roma İmparatorluğu’nda
“kuzey altını” olarak adlandırıldı. İmparator Nero dönemlerinde (M.S 54-68) küçük bir kehribar yapımı heykelin değeri, genç ve sağlıklı bir köleden daha fazlaydı. Özellikle de saydam kırmızımsı ya da altın rengi kehribar çok değerliydi ve bunlar süs eşyalarının, küçük eşya ve aletlerin yapımında kullanılmaktaydı. Mat kehribar sadece tütsü yapımında kullanılıyordu. Yaşlı Pliny “Doğal Tarih” adlı çalışmasında bu dönemlerden bahseder ve hem bir amfitiyatroyu, hem de gladyatörlerin kıyafet ve silahlarını süslemeye yetecek miktarda kehribari getirmeyi başaran bir Romalı atlının öyküsünü anlatır. En büyük parça 4kg’ın üzerindedir. Roma İmparatorluğunun geleceğini önceden belirleyen kehribar ara noktalarda saklanmaktaydı. 3 ton kehribarin depolandığı bunun gibi 3 ambar, Wroclaw yakınlarında bulunmuştur.
Tarih başlangıcı devirlerinde bile, kehribar tacirleri tarafından kullanılmakta idi. Bu çok aranılan Romalılar ve Kavimler Göçü zamanından kalan büyük ticaret yolları, mesela Ren-Ron yolu yada kehribar yolu olarak da adlandırılan ve Doğu Alplerinden geçen Kuzey-Güney bağlantısı, tarih öncesi ve maddenin, hem süs eşyası, hem de işlenmiş olarak büyük bir ticari değeri bulunmaktaydı. Bugün ise, koleksiyoncular ve bilim adamları, daha çok kehribarın içinde hapis kalanlarla ilgilenmektedir. Çünkü bunlar, üçüncü zaman olan hayvan ve bitki dünyasına daha derinden bir bakışı mümkün kılmaktadır.45
1.2.1 kehribarin yaşı
kehribarın varlığı tümüyle, yeryüzünde reçine salgılayan ağaç topluluğunun oluşmasıyla ilgilidir. Dolayısıyla bu ağaçların yaşadığı, reçine salgıladığı, bu reçinenin sedimanların altına gömüldüğü, bunların üzerine gelen çökel (sediman) lerin yarattığı basınç ve sıcaklığın oluşturduğu fiziko-kimyasal değişimlerin yaşandığı dönem kehribarin oluşum yaşının başlangıcını oluşturur. Reçinenin türü, gömüldüğü jeolojik ortama taşınan çökellerin miktarı ve cinsi, reçinenin gömüldüğü derinliklerdeki koşullar gibi bir çok faktör reçinenin kehribare dönüşüm sürecini belirler. Değişen iklim koşullarına bağlı olarak Dünyanın değişik yerlerinde, farklı zamanlarda meydana gelen bol reçine veren ağaçların yaşadığı ormanların çağına bağlı olarak kehribarın oluşum yaşının 20 milyon yıldan 345 milyon yıla kadar yayıldığı kabul edilmektedir. 20 milyon yıldan genç kehribarlar, birçoklarınca Copal sınıfında kabul edilmektedirler.46
kehribarin yaşı, öncelikle içinde oluştuğu jeolojik formasyonların (kil, silt, kum, lignit v.b.) yaşına bağlı olarak belirtilir. Bu formasyonların yaşı, kehribare bağlı olmaksızın, içlerinde bulunan karakteristik fosil**lerin yaşına göre belirlenir. Eğer kehribar içinde yaşı belirlenebilen inklüzyon (Kapanım) fosil varsa, buradan da belirgin bir yaş söylenebilir. Avrupa kıtasında 50 farklı yaşa ait kehribar belirlenmiştir.
Bilinen en eski kehribar 345 milyon yıl, Üst Karbonifer (Upper Carboniferous)
yaşında olup, Northumberland-USA da bulunmuştur. Fosil bulunduran en eski kehribar
Alt Kretase (Lower Cretaseous) 146 mil. yıl yaşındadır. Karboniferden, Pleistosene
kadar sediment (tortul) kayaçlar içinde kehribare rastlanmıştır. kehribarın, Dünya üzerinde
en bol bulunduğu yaş aralığı 20-65 milyon yıl olup Tersiyer dönemidir. kehribarın,
Dünyanın değişik yerlerinde belirlenen oluşum yaşlarına ait bazı örnekler en
gençten en yaşlıya doğru şöyledir :
Miyosen (5000 yıl-24 mil. yıl) : Dominik, Kolombiya, Brezilya, Almanya-Bitterfield, Yeni Zelanda, Meksika-Chiapas, Romanya, Borneo, Sicilya, Sumatra, USA-N.Carolina.
Oligosen (24-38 mil. yıl) : Baltık denizi kıyıları, Polonya, Rusya, İsveç, İngiltere, Arjantin,Meksika.
Eosen (38-54 mil.yıl) : Nijerya, Polonya, Rusya, İsveç, İngiltere, USA- Arkansas, California,Washington.
Paleosen (54-65 mil. yıl) : Rusya, İngiltere, USA-Wyoming.
Kretase (65-145 mil. yıl) : Brezilya, Avusturya, Burma, Kanada-Alberta, Macaristan, İsrail, Meksika, Fransa, İspanya, Japonya, Lübnan, Polonya, Rusya, İsviçre,Borneo, İ ngiltere,USA-Newjersey.
Jura (145-215 mil. yıl) : Kazakistan (Chimkent), Danimarka (Bornholm).
Triyas (215-245 mil. yıl) : Avusturya.
Permiyen (245-285 mil. yıl) : Rusya (Chekarda river – Ural mountains).
Karbonifer (285-345 mil. yıl) : İngiltere-Northumberland, USA-Upper Missisipi Valley- Montana.
Karakteristik fosil: Kitlesel biyolojik yokoluşlar veya yaşam süreçlerinin sonunagelip, yeryüzünden tüm türleriyle yok olan canlıların fosilleri karakteristik fosildir. Bufosiller bulunduğu kayacın oluşum ortamını ve yaşını belirlememize yardım eder.Canlının yeryüzündeki yaşam süreci (yeryüzünde ilk ve son varolduğu dönem) nekadar kısa olursa fosilin bilimsel değeri o kadar fazla olur. Çünkü onun bulunduğu
kayaç topluluğu daha belirgin olarak yaşlandırılır. Örneğin, Trilobitler, Kambriyendekısa bir dönem yaşamış ve yok olmuşlardır. Dinozorlar 65 milyon yıl önce yokolmuşlardır, bu nedenle karakteristik fosildirler.
Yaşı 4.7 milyar yıl olarak hesaplanan Dünyamız üzerinde, ilk omurgalı canlıların 500-600 milyon yıl, böceklerin evrimi ise 350-400 milyon yıl önce başlamıştır. Dünyanın en ilgi çekici canlıları olan Dinozorlar, yeryüzünün tüm kıtalarında yaşayıp, bazılarının 26 metre gibi devasa, bazılarının bir tavşan kadar minyatür boyutlara sahip olmalarının yanında, karada, suda ve havada yaşayan türleriyle ve günümüzden yaklaşık ilk 230 milyon yıl önce ortaya çıkıp, 65 milyon yıl önce yeryüzünden topluca yok olmalarıyla çarpıcı bir canlı türünü oluşturmaktadırlar.
Her ne kadar kehribarlerin, büyük rezervler oluşturan bölümü Tersiyer de yani, dinozorların yeryüzünden çekilmelerinden sonra oluşmuşlarsa da Dünyanın çeşitli yerlerinde Dinozor Çağına ait kehribar oluşumları mevcuttur. Böceklerin yeryüzündeki varlığı dinozorlardan eski olduğu için, milyonlarca yıl önce yaşamış sivrisineklerin (mosqiutos) kurbanları arasında dinozorlarda vardı. Dolayısıyla, “Jurassic Park” filminin yapımcısı Steven Spielberg in filmde, kehribar içinde tuzağa düşmüş sivrisineğin bir dinozordan emdiği kandan elde ettiği DNA ile yarattığı dinozorlar mantık zincirine ters düşmemektedir.47