Mercan Taşı, sıcak denizlerden çıkarılan kırmızı renkli bir canlıdır. Başlangıçta deniz omurgasızlarından bir hayvan olan Mercan Taşı, iskeletlerinin yığın oluşturmasıyla hareket edemez hale gelir ve taşa dönüşür. Mercan Taşı kayalıkları da bu iskeletlerin binlerce yıl boyunca belli bir yerde toplanması sonucunda meydana gelir. Mercan Taşı, çimen, yelpaze, ağaç dalı şeklinde olur. Mercan Taşıın turuncu, pembe, beyaz, mavi, yeşil gibi hemen hemen her rengi bulunmaktadır, fakat bunlar kırmızı Mercan Taşı kadar meşhur değildir. Mücevhercilikte kullanılan Mercan Taşı küpe, bilezik, gerdanlık, tespih gibi süs eşyaları yapılır288:
O mercân sübha zâlım kabza-ı hançer miyânında
Hemân Esmâ-i Hüsnâ virdidür kâfir lisânında (Sâbit/Karacan, 1991: 508)
Ey Mezâkî elde iken câm-ı la’lîn-i şarâb
Sübha-i sad-dâne-i mercâna hâcet kalmadı (Mezâkî/Mermer, 1991: 540)
Durmaz döner câm-ı tarab dönmez mi ahdinden acep
Zâhid tutar mı elde hep tesbîh-i mercânın yine (Nef’î/Akkuş, 1993: 331)
Zâhid bize peymâne yeter sanma tehî-dest
Lâzım mı hemân sübha-i mercân elimizde (Nef’î/Akkuş, 1993: 334)
Câm-ı mey katrelerin sübha-i mercân itdüm
Zâhid-i huşk gibi tavk-ı riyâya asdum (Râmî/Hamami, 2001: 499)
Rûy-ı zerd ü hûn-ı eşkümle döner kadd-i dü-tâ
Sübha-i mercâna kim başında vardur keh-rübâ (Hâletî/Kaya, 2003: 129)
Ey dem-â-dem gözeden kabr-i şehîd-i ‘ışkı
Hûn-ı efserdesin al sübha-i mercân eyle (Hâletî/Kaya, 2003: 290)
Rehber Ansiklopedisi, “Mercan Taşılar”, C. 12, Türkiye Gazetesi Yay., İstanbul, s. 3-6.
111
Klasik Türk Şiiri’nde kırmızı rengi ve şekliyle aşığın kanlı gözüne, gözyaşına, gönlünden akan kana, sevgilinin dudağına, ağzına, yanağına, kirpiğine, kınalı parmağına, ele benzetilir ve kırmızı renkli kadeh yerine kullanılır. Bu kırmızılık hassası ve ele benzer şekliyle pençe-i mercân diye de tabir edilir:
Dil benân-ı dest-i dildâr-ı mühennâ şâh şâh
Pençe-i mercân sanır eyler temâşâ şâh şâh (Remzî/Güven, 2005: 78) Hûn-ı uşşâk ile âlûde ne dem kim olsa
Yârın ey dil eline pençe-i mercân derler (Remzî/Güven, 2005: 97) Sadef-i vasf-ı dür-dendânunı gûş eylese benden
Kefin deryâ yapışmış pençe-i Mercan Taşıa raks eyler (Nehcî/Koç, 2003: 170) Alevlendi dilinde âteş-i reşk-i kef-i desti
Pür oldu şâh-ı mercân ile sanman ka’r-ı deryâyı (Nef’î/Akkuş, 1993: 134) Ellerse anı turma n’ola pençe-i mercân
Öykündi benüm eşk-i firâvânuma deryâ (Hâletî/Kaya, 2003: 129) Ş u’le-i sâgar kaçan kim berfe nûr-efşân olur
Dest-i sâkî bahr-i şevke pençe-i mercân olur (Hâletî/Kaya, 2003: 180, 338) Deryâyı dem-i kâfir ile eyledi pür-hûn
Sürh olsa n’ola pençe-i mercân-ı zamâne (Mezâkî/Mermer, 1991: 210)
Aşığın kanlı gözyaşı, tesbih taneleri gibi kırmızı mercân damlalarıdır: Gamze-i hûn-rîzden bir katre düşse kânına
Görinür mercân gibi her dâne-i bî-câde sürh (Sâbit/Karacan, 1991: 378) Akup seccâde üzre katre katre eşk-i hûnînüm
Döner târı-güsiste sübha-ı mercâna düşdükçe (Sâbit/Karacan, 1991: 503)
Hâl-i ruhsârın kim ister kanlı yaşın çeşmimin
Hâce-i Hindûdur eyler la’l ile mercân taleb (Remzî/Güven, 2005: 28)
Hâceler tan mı bu kanlı eşk-i çeşmim seyr edip
Derse olmaz böyle hergiz la’l ile mercân sürh (Remzî/Güven, 2005: 71) Gören bu eşk-i hûnînim lebi yâdıyla ey hâce
Ümîdim budur eyler la’l ile mercândan i’râz (Remzî/Güven, 2005: 154) Degüldür katre katre hûn-ı dil silk-i sirişkümde
O mercân dânelerdür sübha-i dürr-i semîn üzre (Mezâkî/Mermer, 1991: 519)
Görüp dür-dâne-i eşk-i dü çeşmüm pençe-i mercân
Kızarmış şermsâr-ı reşk olup deryâdan el çekmiş (Neşâtî/Kaplan, 1996: 123)
Her katre-i eşküm ki akar kan arasında
Lü’lü gibidür sübha-i mercân arasında (Yahyâ/Ertem, 1995: 178) Gel du’âya Hâletî zîrâ bizi irşâd idüp
Sübha-i mercânını gösterdi çeşm-i hûn-feşân (Hâletî/Kaya, 2003: 89) Eşk-i hûn-âlûd-ı ‘âşıkdan mahabbet şehrinün
Kimse basmaz yollarında dürr ile mercân yatur (Hâletî/Kaya, 2003: 175) Rişte-i çeşmüm görenler katre-i hûn-âb ile
Didiler kim pîr-i ‘ışkun sübha-i mercânıdur (Hâletî/Kaya, 2003: 183) Katre katre kan olup etrâf-ı çeşmüm Hâletî
Yâri teshîr eyledüm ol sübha-i mercân ile (Hâletî/Kaya, 2003: 289, 296) Bunca yıllardur ki ol şûh-ı cihâna açmadum
Dürc-i çeşmüm toldı geh dürr ü gehî mercân ile (Hâletî/Kaya, 2003: 295)
Yine aşığın gönlünden akan kanlar Mercan Taşı tanesidir:
Mercân-ı hûn-ı dilden lü’lü-yi eşk-i terden
Bâzâr-ı ‘aşka herkes çok yâdigâr akıtdı (Yahyâ/Ertem, 1995: 219)
Sevgilinin dudakları mercân gibi kırmızı ve değerlidir: Telâşesin gören aks-i dehânun mevc-i eşkümden
Hurûşundan sanur kim şâh-ı mercân gösterür deryâ (Nehcî/Koç, 2003: 106)
Dür-i dendânı peydâ hokka-i mercânı nâ-peydâ
Güler söyler güherler zâhir eyler kânı nâ-peydâ (Nehcî/Koç, 2003: 109)
Ol dehen mi sâkiyâ yâkût-ı rümmânî kadeh
Hokka-ı mercân mıdır ya gevher-i cânı kadeh (Nehcî/Koç, 2003: 153) Dil-i hâmı tutuşmaz zâhidün boş ne tutar elde
Dehânun şûr-ı şevki subha-i mercâna od salmış (Nehcî/Koç, 2003: 215)
Dendân-ı sâfı hokkâ-i mercânda dür mi ya
Hem cevher-i latîfine mi yine perde cân (Nehcî/Koç, 2003: 285)
Hâme-i hikmet ne kârum kola vasf-ı la’lüne
Dür-feşân bir bahr-ı mercân rîşedür her katresi (Nehcî/Koç, 2003: 333) Hûn-ı küffârı idüp cânib-i bahre cârî
Hurde-mercâna döner rîg-i leb-i sâhil-i yem (Mezâkî/Mermer, 1991: 232)
La’l-i leb-i dil-dâr ile dürr dişlerini gör
Hokka düre dürr hokka-i mercâna münâsib (Mezâkî/Mermer, 1991: 296) İki çeşmüm yaşından kûyun itdi mecmau’l-bahreyn
Hevâ-yı dürr-i dendânun hayâl-i la’l-i mercânun (Yahyâ/Ertem, 1995: 130)
Nakd-i cânın ‘âşıkun ko hokka-i mercânuna
Eyle ey rûh-ı revân her ne sıgarsa cânuna (Hâletî/Kaya, 2003: 361)
Ş air, sevgiliye lale lale kızaranın, yanakları mı yoksa Mercan Taşı mı olduğunu sorar: Dâne dâne görinen hâl mi yâ vahdet sırrı mı
Lâle lâle kızaran haddün mi yâ mercân mıdur (Niyâzî-i Mısrî/Erdoğan, 1998: 68)
Kirpiklerden dökülen kanlı yaşlarla Mercan Taşı dalı arasında benzerlik kurulur: Egerçi mümteni’dür şâh-ı mercân mîve-hîz olmak
Nihâl-i sürh-ı müjgânum nedendür dâne-rîz olmak (Fehîm/Üzgör, 1991: 522)
Gönül müjgân-ı hûnînüm meger kim merdüm-i dîdem
Yem-i eşke talup bir pençe-i mercâna el sunmış (Mezâkî/Mermer, 1991: 418)
Kimi beyitlerde de Mercan Taşı, sevgilinin dudağının ve akan gözyaşlarının yanında değerini yitirir:
Dürr ü yâkût-ı dehânun seveli dilber senün
Gelmez oldı dile hergiz la’l ü mercânile bahs (Niyâzî-i Mısrî/Erdoğan, 1998: 32) Leb ü dendânı hevâsıyla akan göz yaşınun
Birisi ma’nâda bin lü’lü ü mercâna deger (Niyâzî-i Mısrî/Erdoğan, 1998: 76)
Nehcî, yakıcı sözlerini Mercan Taşı ve ateşle ilişkilendirir. Ayrıca nâr kelimesi tevriyeli kullanılmıştır. Kırmızı renkli, tane tane olan meyveye de gönderme yapılmıştır:
Görüp mercân sanurlar nârlardur şâh şâh olmuş
Kelâm-ı sûz-nâküm reşki kim ummâna od salmış (Nehcî/Koç, 2003: 215)
Sâbit, bir İstanbul manzarası çizer ve kırmızı şekerlerin İstanbul’un her köşesini mercân pazarına çevirdiğini söyler:
Tonanup âl ‘akîdeyle şeker tablaları
İtdi her gûşe-i İstanbulı sûk-ı mercân (Sâbit/Karacan, 1991: 303)
Fehîm, nazmının güzelliğiyle, parlak incinin utancından Mercan Taşı kırıntılarına döndüğünü tahayyül eder:
Şûh-ı la’l-i noktasın seyr itdi bahr-ı nazmumun
Hacletinden döndi mercân rîzeye dürr-i hoş-âb (Fehîm/Üzgör, 1991: 132)
Şair, ateş denizinin içinde felekleri Mercan Taşı dalına benzetir: Meğer deryâ-yı âteşdür ki oldı şu’leden mevci
Felekler döndi ol bahrun içinde şâh-ı mercâna (Fehîm/Üzgör, 1991: 142)
Yine Fehîm’in şu beyitinde Mercan Taşıın pençesinin, şairin damarlarındaki kanın feyziyle karıştığında ince yapılı neşter haline geleceği belirtilir:
Feyz-i neşv-i hûn-ı şiryânumla itse ihtilât
Pençe-i mercân olurdı nişter-i nâzük-mizâc (Fehîm/Üzgör, 1991: 342)
Bir tarih kıt’ası olan şu beyitte Umman Kalesi’nin Lehlilerden geri alınması esnasında yaşanan hadiseyi anlatır:
Kırıldı cümle küffâr akdı seyl-i mevc-i hûn-âlûd
Kızıl kana boyandı şâh-ı mercân oldı her hârâ (Sükkerî/Erol, 1994: 256)
Onay’ın “Burhân-ı Kâtidan aktardığı bilgiye göre ufak inciye de mercân denilirmiş . Aynı zamanda eskiden harem ağalarına mercân, yâkût ve gevher gibi değerli taşların adlarıyla hitap edilirmiş .
Beyitlerde mercân duasına da sıkça rastlanır. Mercân duası şirinlik duası olarak da bilinir. Bunu takan kişinin, karşısındaki kişiye güzel, hoş ve şirin görüneceğine inanılır. Rivayete göre padişahın Mercân isimli çok sevdiği cariyesi günün birinde ölür. Padişah, cariyesini kefenlenmeden önce bir daha görmek ister ve ölü yıkayıcı kadına haber gönderir. Yıkayıcı kadın, cariyeyi soyarken saçlarının arasından Mercan Taşı duası yazılı bir muska bulur ve kendi başına takar. Padişah cariyeyi görmeye geldiğinde gözüne çirkin görünür. O sırada gözüne ilişen yıkayıcı kadına âşık olur ve onunla evlenir . Nef’î, şu beyitinde Hızır duasıyla, Mercan Taşı duasına telmihte bulunur:
Değil gird-i lebinde hattı ol Îsâ-demin güyâ
Du’â-yı Hızrı bir mercândan fincâne yazmışlar (Nef’î/Akkuş, 1993: 295)
Mercan Taşı, sıcak denizlerden çıkarılan kırmızı renkli bir canlıdır. Başlangıçta deniz omurgasızlarından bir hayvan olan Mercan Taşı, iskeletlerinin yığın oluşturmasıyla hareket edemez hale gelir ve taşa dönüşür. Mercan Taşı kayalıkları da bu iskeletlerin binlerce yıl boyunca belli bir yerde toplanması sonucunda meydana gelir. Mercan Taşı, çimen, yelpaze, ağaç dalı şeklinde olur. Mercan Taşıın turuncu, pembe, beyaz, mavi, yeşil gibi hemen hemen her rengi bulunmaktadır, fakat bunlar kırmızı Mercan Taşı kadar meşhur değildir. Mücevhercilikte kullanılan Mercan Taşı küpe, bilezik, gerdanlık, tespih gibi süs eşyaları yapılır288:
O mercân sübha zâlım kabza-ı hançer miyânında
Hemân Esmâ-i Hüsnâ virdidür kâfir lisânında (Sâbit/Karacan, 1991: 508)
Ey Mezâkî elde iken câm-ı la’lîn-i şarâb
Sübha-i sad-dâne-i mercâna hâcet kalmadı (Mezâkî/Mermer, 1991: 540)
Durmaz döner câm-ı tarab dönmez mi ahdinden acep
Zâhid tutar mı elde hep tesbîh-i mercânın yine (Nef’î/Akkuş, 1993: 331)
Zâhid bize peymâne yeter sanma tehî-dest
Lâzım mı hemân sübha-i mercân elimizde (Nef’î/Akkuş, 1993: 334)
Câm-ı mey katrelerin sübha-i mercân itdüm
Zâhid-i huşk gibi tavk-ı riyâya asdum (Râmî/Hamami, 2001: 499)
Rûy-ı zerd ü hûn-ı eşkümle döner kadd-i dü-tâ
Sübha-i mercâna kim başında vardur keh-rübâ (Hâletî/Kaya, 2003: 129)
Ey dem-â-dem gözeden kabr-i şehîd-i ‘ışkı
Hûn-ı efserdesin al sübha-i mercân eyle (Hâletî/Kaya, 2003: 290)
Rehber Ansiklopedisi, “Mercan Taşılar”, C. 12, Türkiye Gazetesi Yay., İstanbul, s. 3-6.
111
Klasik Türk Şiiri’nde kırmızı rengi ve şekliyle aşığın kanlı gözüne, gözyaşına, gönlünden akan kana, sevgilinin dudağına, ağzına, yanağına, kirpiğine, kınalı parmağına, ele benzetilir ve kırmızı renkli kadeh yerine kullanılır. Bu kırmızılık hassası ve ele benzer şekliyle pençe-i mercân diye de tabir edilir:
Dil benân-ı dest-i dildâr-ı mühennâ şâh şâh
Pençe-i mercân sanır eyler temâşâ şâh şâh (Remzî/Güven, 2005: 78) Hûn-ı uşşâk ile âlûde ne dem kim olsa
Yârın ey dil eline pençe-i mercân derler (Remzî/Güven, 2005: 97) Sadef-i vasf-ı dür-dendânunı gûş eylese benden
Kefin deryâ yapışmış pençe-i Mercan Taşıa raks eyler (Nehcî/Koç, 2003: 170) Alevlendi dilinde âteş-i reşk-i kef-i desti
Pür oldu şâh-ı mercân ile sanman ka’r-ı deryâyı (Nef’î/Akkuş, 1993: 134) Ellerse anı turma n’ola pençe-i mercân
Öykündi benüm eşk-i firâvânuma deryâ (Hâletî/Kaya, 2003: 129) Ş u’le-i sâgar kaçan kim berfe nûr-efşân olur
Dest-i sâkî bahr-i şevke pençe-i mercân olur (Hâletî/Kaya, 2003: 180, 338) Deryâyı dem-i kâfir ile eyledi pür-hûn
Sürh olsa n’ola pençe-i mercân-ı zamâne (Mezâkî/Mermer, 1991: 210)
Aşığın kanlı gözyaşı, tesbih taneleri gibi kırmızı mercân damlalarıdır: Gamze-i hûn-rîzden bir katre düşse kânına
Görinür mercân gibi her dâne-i bî-câde sürh (Sâbit/Karacan, 1991: 378) Akup seccâde üzre katre katre eşk-i hûnînüm
Döner târı-güsiste sübha-ı mercâna düşdükçe (Sâbit/Karacan, 1991: 503)
Hâl-i ruhsârın kim ister kanlı yaşın çeşmimin
Hâce-i Hindûdur eyler la’l ile mercân taleb (Remzî/Güven, 2005: 28)
Hâceler tan mı bu kanlı eşk-i çeşmim seyr edip
Derse olmaz böyle hergiz la’l ile mercân sürh (Remzî/Güven, 2005: 71) Gören bu eşk-i hûnînim lebi yâdıyla ey hâce
Ümîdim budur eyler la’l ile mercândan i’râz (Remzî/Güven, 2005: 154) Degüldür katre katre hûn-ı dil silk-i sirişkümde
O mercân dânelerdür sübha-i dürr-i semîn üzre (Mezâkî/Mermer, 1991: 519)
Görüp dür-dâne-i eşk-i dü çeşmüm pençe-i mercân
Kızarmış şermsâr-ı reşk olup deryâdan el çekmiş (Neşâtî/Kaplan, 1996: 123)
Her katre-i eşküm ki akar kan arasında
Lü’lü gibidür sübha-i mercân arasında (Yahyâ/Ertem, 1995: 178) Gel du’âya Hâletî zîrâ bizi irşâd idüp
Sübha-i mercânını gösterdi çeşm-i hûn-feşân (Hâletî/Kaya, 2003: 89) Eşk-i hûn-âlûd-ı ‘âşıkdan mahabbet şehrinün
Kimse basmaz yollarında dürr ile mercân yatur (Hâletî/Kaya, 2003: 175) Rişte-i çeşmüm görenler katre-i hûn-âb ile
Didiler kim pîr-i ‘ışkun sübha-i mercânıdur (Hâletî/Kaya, 2003: 183) Katre katre kan olup etrâf-ı çeşmüm Hâletî
Yâri teshîr eyledüm ol sübha-i mercân ile (Hâletî/Kaya, 2003: 289, 296) Bunca yıllardur ki ol şûh-ı cihâna açmadum
Dürc-i çeşmüm toldı geh dürr ü gehî mercân ile (Hâletî/Kaya, 2003: 295)
Yine aşığın gönlünden akan kanlar Mercan Taşı tanesidir:
Mercân-ı hûn-ı dilden lü’lü-yi eşk-i terden
Bâzâr-ı ‘aşka herkes çok yâdigâr akıtdı (Yahyâ/Ertem, 1995: 219)
Sevgilinin dudakları mercân gibi kırmızı ve değerlidir: Telâşesin gören aks-i dehânun mevc-i eşkümden
Hurûşundan sanur kim şâh-ı mercân gösterür deryâ (Nehcî/Koç, 2003: 106)
Dür-i dendânı peydâ hokka-i mercânı nâ-peydâ
Güler söyler güherler zâhir eyler kânı nâ-peydâ (Nehcî/Koç, 2003: 109)
Ol dehen mi sâkiyâ yâkût-ı rümmânî kadeh
Hokka-ı mercân mıdır ya gevher-i cânı kadeh (Nehcî/Koç, 2003: 153) Dil-i hâmı tutuşmaz zâhidün boş ne tutar elde
Dehânun şûr-ı şevki subha-i mercâna od salmış (Nehcî/Koç, 2003: 215)
Dendân-ı sâfı hokkâ-i mercânda dür mi ya
Hem cevher-i latîfine mi yine perde cân (Nehcî/Koç, 2003: 285)
Hâme-i hikmet ne kârum kola vasf-ı la’lüne
Dür-feşân bir bahr-ı mercân rîşedür her katresi (Nehcî/Koç, 2003: 333) Hûn-ı küffârı idüp cânib-i bahre cârî
Hurde-mercâna döner rîg-i leb-i sâhil-i yem (Mezâkî/Mermer, 1991: 232)
La’l-i leb-i dil-dâr ile dürr dişlerini gör
Hokka düre dürr hokka-i mercâna münâsib (Mezâkî/Mermer, 1991: 296) İki çeşmüm yaşından kûyun itdi mecmau’l-bahreyn
Hevâ-yı dürr-i dendânun hayâl-i la’l-i mercânun (Yahyâ/Ertem, 1995: 130)
Nakd-i cânın ‘âşıkun ko hokka-i mercânuna
Eyle ey rûh-ı revân her ne sıgarsa cânuna (Hâletî/Kaya, 2003: 361)
Ş air, sevgiliye lale lale kızaranın, yanakları mı yoksa Mercan Taşı mı olduğunu sorar: Dâne dâne görinen hâl mi yâ vahdet sırrı mı
Lâle lâle kızaran haddün mi yâ mercân mıdur (Niyâzî-i Mısrî/Erdoğan, 1998: 68)
Kirpiklerden dökülen kanlı yaşlarla Mercan Taşı dalı arasında benzerlik kurulur: Egerçi mümteni’dür şâh-ı mercân mîve-hîz olmak
Nihâl-i sürh-ı müjgânum nedendür dâne-rîz olmak (Fehîm/Üzgör, 1991: 522)
Gönül müjgân-ı hûnînüm meger kim merdüm-i dîdem
Yem-i eşke talup bir pençe-i mercâna el sunmış (Mezâkî/Mermer, 1991: 418)
Kimi beyitlerde de Mercan Taşı, sevgilinin dudağının ve akan gözyaşlarının yanında değerini yitirir:
Dürr ü yâkût-ı dehânun seveli dilber senün
Gelmez oldı dile hergiz la’l ü mercânile bahs (Niyâzî-i Mısrî/Erdoğan, 1998: 32) Leb ü dendânı hevâsıyla akan göz yaşınun
Birisi ma’nâda bin lü’lü ü mercâna deger (Niyâzî-i Mısrî/Erdoğan, 1998: 76)
Nehcî, yakıcı sözlerini Mercan Taşı ve ateşle ilişkilendirir. Ayrıca nâr kelimesi tevriyeli kullanılmıştır. Kırmızı renkli, tane tane olan meyveye de gönderme yapılmıştır:
Görüp mercân sanurlar nârlardur şâh şâh olmuş
Kelâm-ı sûz-nâküm reşki kim ummâna od salmış (Nehcî/Koç, 2003: 215)
Sâbit, bir İstanbul manzarası çizer ve kırmızı şekerlerin İstanbul’un her köşesini mercân pazarına çevirdiğini söyler:
Tonanup âl ‘akîdeyle şeker tablaları
İtdi her gûşe-i İstanbulı sûk-ı mercân (Sâbit/Karacan, 1991: 303)
Fehîm, nazmının güzelliğiyle, parlak incinin utancından Mercan Taşı kırıntılarına döndüğünü tahayyül eder:
Şûh-ı la’l-i noktasın seyr itdi bahr-ı nazmumun
Hacletinden döndi mercân rîzeye dürr-i hoş-âb (Fehîm/Üzgör, 1991: 132)
Şair, ateş denizinin içinde felekleri Mercan Taşı dalına benzetir: Meğer deryâ-yı âteşdür ki oldı şu’leden mevci
Felekler döndi ol bahrun içinde şâh-ı mercâna (Fehîm/Üzgör, 1991: 142)
Yine Fehîm’in şu beyitinde Mercan Taşıın pençesinin, şairin damarlarındaki kanın feyziyle karıştığında ince yapılı neşter haline geleceği belirtilir:
Feyz-i neşv-i hûn-ı şiryânumla itse ihtilât
Pençe-i mercân olurdı nişter-i nâzük-mizâc (Fehîm/Üzgör, 1991: 342)
Bir tarih kıt’ası olan şu beyitte Umman Kalesi’nin Lehlilerden geri alınması esnasında yaşanan hadiseyi anlatır:
Kırıldı cümle küffâr akdı seyl-i mevc-i hûn-âlûd
Kızıl kana boyandı şâh-ı mercân oldı her hârâ (Sükkerî/Erol, 1994: 256)
Onay’ın “Burhân-ı Kâtidan aktardığı bilgiye göre ufak inciye de mercân denilirmiş . Aynı zamanda eskiden harem ağalarına mercân, yâkût ve gevher gibi değerli taşların adlarıyla hitap edilirmiş .
Beyitlerde mercân duasına da sıkça rastlanır. Mercân duası şirinlik duası olarak da bilinir. Bunu takan kişinin, karşısındaki kişiye güzel, hoş ve şirin görüneceğine inanılır. Rivayete göre padişahın Mercân isimli çok sevdiği cariyesi günün birinde ölür. Padişah, cariyesini kefenlenmeden önce bir daha görmek ister ve ölü yıkayıcı kadına haber gönderir. Yıkayıcı kadın, cariyeyi soyarken saçlarının arasından Mercan Taşı duası yazılı bir muska bulur ve kendi başına takar. Padişah cariyeyi görmeye geldiğinde gözüne çirkin görünür. O sırada gözüne ilişen yıkayıcı kadına âşık olur ve onunla evlenir . Nef’î, şu beyitinde Hızır duasıyla, Mercan Taşı duasına telmihte bulunur:
Değil gird-i lebinde hattı ol Îsâ-demin güyâ
Du’â-yı Hızrı bir mercândan fincâne yazmışlar (Nef’î/Akkuş, 1993: 295)