OTANT�K TA�

Metafizik Tartışmaları

V MAKALELER
METAFİZİK
Fiyatı      :      TL
[dpsc_display_product]
Ürünün Özellikleri
  • BİLGİ
  • metafizik tartışması

Metafizik Tartışmaları

Metafiziğin bir bilim dalı olup-olmamas ı ile ilgili bir bilim dergisinde: Metafizik bir bilim dalı mıdır? Bir bilim dalının, bilim dalı olabilmesi için, konusu olan materyallerle etkileşim içinde olması gerekmez mi? (Fırat Hacıahmetoğlu) sorularına cevap olarak Zuhal Özer: Metafizik, bir bilim dalı değildir çünkü bilim dalı olabilmesi için, o konuyla ilgili bilimsel gözlemler, analizler, deneyler yapılabilmesi gerekir. Metafizik ise bilim dışı konularla ilgilidir. Metafiziği bilimle ilişkilendirmeye dönük çalışmalar varsa da, bu konuda herhangi bir bulgu elde edilememiştir,18demektedir. Anlaşılacağı üzere diğer bilim dalları ile ilgili yöntemler pek kullanılamadığı için metafizik bilim olarak kabul edilmeyebiliyor. Morgan’ ın kitabında metafizik yaşantıyla ilgili olarak bir kişi gözlerini kapıyor ve havada gezerek kilometrelerce ötede olan şeyleri görebiliyor.

METAFİZİK

METAFİZİK

Yeraltına yolculuklar yaparak hangi bitkilerin büyümekte olduğunu, yeraltı ırmağında ne kadar su olduğunu ve yeni bir hayvan yuvasının nerede olduğunu ve içinde kaç tane yavru olduğunu görebiliyor. Kuşların ve hayvanların duyularını kullanarak, bunun yapılması istendiğinde, halkına ve tüm diğer canlılara yardım edebiliyor. Bu onun, bir insanın bedeninin içini görebilmesini ve orada neler olduğunu bilmesini sağlıyor. Ona gereken tek şey konuşma, müzik ya da renklerdir. Ruhsallıkla bağlantısı olmayan hiçbir dış güç, hastalık ya da kaza yoktur bir bakıma. Herhangi bir insanı iyileştirmesi için o, kendisine sunulan ruhsal gelişim fırsat ını belirlemede yardımcı oluyor.19 Bir an bu yazılanların tamamen doğru-gerçek olduğunu kabul edelim. Hatta test edelim ve doğruluğunun farkına varalım. Bu insan kendisine ve başkasına zarar vermedikten sonra, söylediği şeyler başkasına faydalı oluyorsa onu dikkate almalı değil miyiz? Kilometrelerce ötede olan şeylerle mesela bir suçla ilgili bilgi, doğru bilgi alındığında, bu bilgiyle beraber suç önlense veya suçlu yakalansa bu yanlış mı olur? Dünyanın iki kutuplu olması bu konuda da farklı bakış açılarını getirmekte. Batı rasyonalizmi, doğu mistik ve gizemli olanı simgelemekte. Doğu kültürleri Batı’da yükselen eğilimlerden.

Yani metafiziki konular her geçen gün artan bir ilgiyle araştırılmakta. Bir taraf mantıkçı pozitivistlerin, kendileriyle uyu şmayan bütün filozofları metafizikçi diye yaftalama eğiliminde olduğunu belirtmektedir. Onlara göre metafiziğin sözcük anlamı boştur ve metafizikçi gürültü eder, fakat hiçbir şey söylemez. Kantçılar da benzer düşünür: Onlar için Kant’tan farklı görüşte olan herkes metafizikçidir; bu onlarda metafizikçilerin bo ş konuştuklar ı anlamına değil, eskimiş ve felsefe dışı oldukları anlamına gelir,20 diyor. Diğer taraf ise; doğru, gerçek bilgiye ulaşmak için, duyu organları ve akılla birlikte sezginin de kriter olarak kabul edilmesi gerekir diyor.

Bergson’a göre metafizik, ‘hakikat’in bilgisine ula şmamızı sağlayan ‘bilim’dir ve hatta kendine özgü yöntemiyle gerçekleştirilecek çok özel türden bir bilme etkinliği olarak bilimdir.21 Tarih içinde din ve metafiziğin çok ciddi eleştirilere maruz kaldığı ve her şeyin bilimsel ilke ve normlara göre açıklandığı zamanlar olmuştur. Mantıkçı pozitivizm olarak bilinen bir akım, pozitivizmin 20. yüzyıldaki bir devamı niteliğindedir. ‘Mantıksal atomculuk’ olarak da adlandırılan bu felsefi akım, metafiziğe ve dine ağır eleştirilerde bulunarak metafizik ve dinsel önermelerin anlamsız olduğunu ileri sürmüştür. Herbert Feigl, Philipp Frank, Moritz Schilick, Rudolph Carnap ve A. J. Ayer gibi filozoflara göre, bir önermenin bilişsel ya da bilgisel bir anlama sahip olup olmadığını belirlemede temel ölçüt doğrulanabilirlik kriteridir. Bu akıma göre dinsel ve metafizik önermeler, deneysel olarak doğrulama kriterine uymadıklarından anlamsızdırlar.22 Mantıkçı pozitivizm, 1920’li tarihlerden bu yana uzun bir süreç geçirmiştir. Bu süreçteki filozoflar artık metafizik, teoloji ve dini reddetmiyorlar. Onlar hala, metafiziksel ve teolojik ifadelerin bilişsel bir anlama sahip olup olmad ığı

konusuyla ilgilenmektedirler. Birçoğu bu tür ifadelerin hiçbir öngörüsel değeri olmadığını ve onların gerçekte olgu durumlarıyla uygunluk arz etmediğini ve bu yüzden

de onların edimsel anlamdan yoksun olduklarını iddia etmektedirler. Biliniyor ki din ile metafiziğin bilimden asıl ayrılması aydınlanma ile başlad ı ve pozitivistlerce aç ığa

çıkarıldı. Pozitivist düşünce günümüzde etkisini sürdürmektedir.   Pozitivistler metafiziği, gerçekliğin duyusal dünyadan başka bir şey olduğunu iddia eden bir tür transandantalizmle özdeşleştirmişlerdir ve metafizikçi filozof bu transandant dünyanın bilgisini bize sunabilir. Pozitivistin metafizikçiye cevabı, tecrübe sınırlarını aşan bir

gerçekliğe referans olan hiçbir ifadenin literal bir anlama sahip olamayacağıdır. ‘ Pozitiviste göre metafiziksel iddialar ‘kötü gramer’ veya bilişsel anlamsız olarak elendiği gibi aynı şekilde, teolojik iddialar da elenebilir; çünkü teoloji bir tür

metafiziktir.

Fransız matematikçi M. Poincar her yeni keşif, tasavvur kabiliyetimizin yetersizliğini gösteren bir bilinmeyenle bizi kar şıla ştırmaktad ır demektedir. Hislerimize sığabilen gerçek kâinattan, gerçek ötesi bir kâinata, metafiziğe dâhil bir âleme girmekteyiz. Jennifer Trusted’a göre; mistik metafizik(din dâhil) inançlar, Hume ve pozitivistlerin iddia ettikleri kadar anlamsız ve faydasız değillerdir. Ona göre bunun bir sebebi, onları spekülatif teorilerden ve fiziksel varsayımlardan tümüyle çıkarıp atmamızın mümkün olmayışı, diğer sebebi de maddi dünyayı anlamak ve açıklamak isteyenlerin pek çoğunu tartışma götürmez şekilde motive etmiş ve esinlendirmiş olmalarıdır. Bütün bilimler metafizik inançlar sistemi öngörmüş ve mistik inançlar çoğu

sistemlerin önemli bir parçası olagelmiştir. Trusted, bilimde kanıtlanamayan unsurlar olduğu konusunda Anthony O’Hear’a katılarak, bunları da ‘mitolojik’ten çok ‘metafizik

olarak adlandırır.

Günümüzde modern bilim, tek doğru bilgi bilimsel bilgidir diyerek, diğer kaynaklara ait bilgi türlerinin başardığı, fakat bilimsel bilginin açıklayamadığı doğruları kabul etmemektedir. Modern bilim ‘niçin?’ sorusuna cevap vermekten de kaçınır, çünkü sorunun cevabı metafizikle ilgili düşünceleri akla getirebilir. Olayları daha doğru açıklayabilmek için modern bilimin metafiziki açıklamalara yer vermesi gerekir.

 

Alev Alatlı bir yazısında ‘Klasik Fizik’in doğrusal sistemleri çözdüğünü ancak gerçek dünyada doğrusal sistem olmadığını belirtmektedir. Birşeyi etkilersek, bu sonucu alırız diye kesin bir şey söylenemeyeceğini; çünkü gerçek dünyanın doğrusal olmadığını ifade etmektedir. Ona göre gerçek dünya kırçıl, gerçek dünya puslu ve gerçek dünya saçaklıdır. Siyah-beyaz olan, tertipli, düzenli olan, bilimdir, dünya değildir. Kırçıl bir dünyayı anlatmak için, içinde kırçıl kelime olmayan bir dili, bilimin dilini kullanmak sorun olmaktadır. Bu soruna ‘Uyumsuzluk Problemi’ denildiğini belirtiyor. Ona göre Eski Yunan ve Demokritus kâinatı atomlara ve boşluğa indirgedi, Eflatun dünyayı doğrularla, üçgenlerle doldurdu, Aristo siyah-beyaz mantığın kanunlarını yazdı. Bu yüzden matematikçiler ve bilim adamlar ı, aslen puslu/kırçıl/saçaklı olan evreni tarif etmek için, siyah-beyaz kanunları kullanıyorlar. Alatlı, Aristo mantığının ikili (doğrusal) sisteminde gökyüzü ya mavidir, ya da mavi değildir, demektedir. Hem mavidir hem de değildir olmaz. Bir şey, doğrudur veya yanlıştır. Dijital bilgisayar, 0/1 ikili sistemde çalışır. Bilim, siyah-beyaz düşüncenin zaferidir aslında. Yazısında Alatlı, ‘Yeni Fizik’in önde gelen iki aç ılımından birisinin ‘Kaos Paradigmas ı’, diğerinin ‘Fuzzy’, yani puslu veya saçaklı mantık olduğunu iddia eder. Bu iki açılımın, insanlığı siyah-beyaz düşünceden, kesin yargıların kabalığından, dayatmasından kurtaracağı söylenmektedir. Dünyada kesin doğru olan hiçbir tanım veya ölçü olmadığı düşüncesi, düşünce biçimimizin radikal bir değişime uğrayacağının habercisi olduğunu ifade etmektedir.29 Alatlı’nın bu değerlendirmesi, fiziğin yeni açılımlarını dikkatli bir şekilde takip etmek gerektiğini hatırlatmaktadır.

29 Alatlı, A., ‘Siyah-Beyaz Düşüncenin Cenderesi Biterken’ Zaman, 08 Şubat 2002.

30 Tevfik, R., Felsefe Dersleri (Günümüz Türkçesine Çev. M. M. Dedeoğlu), Ankara, 2001, s.37.

31 Tevfik, a.g.k., s.83.


İnsan metafizik bir hayvand ır, (Yani metafizik teriminin içermiş olduğu meseleleri düşünmeğe yarat ılışça yetenekli olan bir hayvan -ki canlı varlık demektir)30 diyen Alman filozof Schopenhauer metafizik meseleleri bizi uykudan uyand ıran ve bununla beraber, içinden çıkılmaz bir hayret girdabına düşüren meseleler31 olarak ifade etmektedir. Paulsen’in Felsefeye Giriş ‘Introduction to philosophy’ adlı eserinden ve İngilizce’ye tercüme olunmuş nüshasından iktibas ederek Rıza Tevfik ise kitabında felsefenin bütün varlık âlemini iki açıdan incelemeye elverişli olduğunu belirtmektedir. Biri felsefi bakışla, diğeri de bilimsel bir bakış açısıyla. Yani tasavvuri veya tecrübî bir surette. Ona göre bilimin ödevi, metodik bir tecrübe (experience methodique) sayesinde olaylar, tek tek olgular hakkında bilgi elde edilmesidir. Felsefenin ödevi ise kendine

 

özgü bir araştırma vetiresi (procède d’investigation) ile şey’lerin özsel gerçekliğini

ayrıca bir diğeri arasındaki içsel bağları ortaya koyabilmektir.

Emile Boutroux, âlemde zorunsuzluğun hâkim olduğunu savunan bir filozoftur. Başka bir deyişle, tabiat bilimleri ve kanunlarının tenkidine dayanarak ruhi melekelere başvuran ve ilmi zekâya indirgenemez bir zekâyı esas alan Boutroux, ‘Zorunsuzluk

Doktrini’nin kurucusu olmaktadır.   Ona göre bilimler, bir takım kanunları zorunlu olarak koymak istiyorlar ancak tabiat gerçekte, zorunsuz bir takım kanunlarla donat ılmıştır. Yani kanunlar ın varlıklardan önce gelmediğini, varlıklar ın, kanunlar ın

taşıyıcısı ve dayanağı durumunda bulunduğunu ifade etmektedir.   Boutroux’a göre tabiat kanunları, ‘deney yapan şahsın tabiata yönelttiği bir takım sorulardır. Tabiat bu kanunlara uymayacak olursa, deney yapan bu soruları değiştirmeye hazırdır’. Kısaca,

onun nazarında tabiat kanunları mutlak değil, izafi ve değişebilir niteliktedir. Değişebilir nitelikteki olaylardan mistik olay, bir tecrübeden ibarettir; kavramlarla, kelimelerle ifadesi imkânsız olan bir tecrübedir ona göre. Kendisinde tecrübe etmeyen hiç kimse, bunun ne olduğunu bilemeyecektir. Dolayısıyla böyle bir olay, dıştan incelenemez. Bu konuda bir fikir sahibi olmaya yardım eden bütün dış belirtiler, onu

anlatmakta yetersizdir.   Esrarengiz bir güç veya mucizevî bir olgu; böyle bir şeyin varlığı kabul edilse bile, bilinen kanunlar yardımıyla açıklamakta başarılı olunamayan bir olaydan başka bir şey değildir bunlar. Bu imkânsızlığın doğruluğu ortaya çıkarsa,

bilim bu olguyu açıklamak için başka kanunlar arar.

C. Sunar kâinatı bilmek, anlamak ve tefsir edebilmek için ancak tecrübe üzerine yapılacak bir şeye dayanılması gerektiğini belirtmektedir. Dayanılacak bu tecrübenin, tek bir kişinin şahsi tecrübesi olmaması gerekir. Şahsi tecrübe sadece küçük bir tasvir verebilir. Dolayısıyla tam bir bilgiye, anlamağa ulaşabilmek için geçmişin ve şimdinin bütün tecrübelerini toptan almağa mecbur olunur. Hatta sadece bilim adamının tecrübesiyle de yetinmeyip artistlerin, mistiklerin tecrübelerini de yani dış dünyanın

tecrübeleriyle birlikte iç dünyanın tecrübelerini de dikkate almak gerekebilir.

Tartışma konusuyla ilgili olarak Andruzac, hakikat arayışında sonuna kadar gitmek isteyen bir zekânın çıkış noktası, dışsal deneyimdir, demektedir. Ona göre bu bir psişizmi, bir zekâyı ve bir iradeyi barındıran bedenin, onun için olanaklı kıldığı deneyimler birlikteliğidir; varoluş yargısının çeşitli kipliklerinde bir biçimde tamamlanan ve sonunda ‘evet, böyle bir şey var’ olumlamasına ulaşılan deneyimlerdir. Bu olumlama esinlenmeyi, sezgiyi, diğer insanların deneyimlerini ve olumlamalarını görmezden gelemez ona göre. Tam tersine, onları yargılamayı ve kabul etmeyi olanaklı kılan koşulu belirleyebilir. Bu kabul, duygusalc ılığın kökeninde değildir; bilgi kaynağını sadece duyuların verilerinin oluşturduğunu öne sürmez. Bu temel ilkenin, insanın bir psişizme sahip olduğunu unutmuş olan felsefe ‘sistem’leri için korkutucu olduğunu belirtmektedir.39

Metafiziki zannedilen bazı olaylar iyice soruşturulmadan, emin olunmadan hikâye edilmekte. Örnek verilebilecek bir olayı Fontenelle şu şekilde ifade etmekte:

‘1593 yılında, dolaşan söylentilere göre, Silezya’da yedi yaşında bir çocuğun bütün dişleri düşmüş, fakat azı dişlerinden birinin yerine altın bir diş gelmişti: 1595 yılında, Helmstad üniversitesinde tıp profesörü olan Horstius adında biri bu diş hakkında bir yazı yazdı ve onun kısmen tabii, kısmen de mucizevî bir şey olduğunu, Tanrının çocuğa bu dişi Türklerden çok ızdırap çeken hristiyanları teselli etmek üzere verdiğini anlattı. Gerçekten tuhaf bir teselli vasıtası! Bu dişin hristiyanlarla veya Türklerle ne ilgisi olabilirdi? Aynı yıl, bu altın diş hakkında tarihçiler de bir şey söylemiş olsunlar diye, Rullandus bu işin tarihini yazdı. İki yıl sonra Ingolsteterus adında bir başka allame bir eser yazarak Rullandus’un fikirlerine itiraz etti, bunun üzerine Rullandus da ona gayet âlimane bir şekilde cevap verdi. Bu arada bir başka büyük zat, Libavius, altın diş hakkında bütün söylenenleri toplayarak kendi nazariyesini de ekledi. Bunların hepsi de gayet güzel eserlerdi, ama hepsinde de eksik olan bir nokta vardı: bu dişin altın olduğuna dair açık-seçik bilgi vermiyorlardı. Çocuğun dişi muayene edilmek üzere kuyumcuya gösterilince anlaşıldı ki, dişin üzerine altın bir varak fevkalade bir maharetle yapıştırılmıştı. Önce kitaplar yazıldı, sonra kuyumcuya danışıldı.’40

Polonyalı bilim adamı Ludwik Fleck’e göre bilinen herhangi bir şey, onu bilene, her zaman sistemli, kanıtlanmış, uygulanabilir ve doğruluğu belli gibi görünmüştür. Bunun yanında her yabancı bilgi sistemi de, aynı biçimde, çelişkili, kanıtlanmamış,

uygulanamaz nitelikte, hayali ya da gizemli görünmüştür.41 Bilinmeyeni, hayali görüneni uygulanabilir niteliğe dönüştürürken zor yollardan geçmek durumunda kalınıyor. Berke’nin ifade ettiğine göre Amerikan akademik çevreleri üstüne incelemesinde Veblen, sosyolojinin fenerini üniversite sisteminin karanl ık yerlerine tutmuş ve akademisyenleri, ‘papazlar, şamanlar, büyücüler’ gibi diğer ‘gizli (esoterik) bilgi’ bekçileriyle karşılaştırmıştır. Sonuç olarak bu gizli bilginin, ‘dışarıdaki herhangi birinin gözünde niteliğini, kapsamını ve yöntemini grubun yaşam alışkanlıklarından aldığı besbelli olmakla birlikte’ o grup içinde evrensel gerçek sayıldığını belirtmektedir.42 Bilgiyle ilgili bir ayrım, kamusal ile ‘özel’ bilgi aras ındad ır. Özel bilgi, ‘kiş isel’ bilgi olmaktan çok, belirli bir seçkinler grubuna özgü enformasyon anlamındadır. Devlet sırlarını ve incelenmesine bazen ‘gizli felsefe’ de denilen doğa sırlarını kapsamaktadır. Örneğin, simyagerlik sırları, bazen şifreli olarak, bazen dost ve meslektaşların gayri resmi şebekeleri aracılığıyla bazen de gizli derneklerin içinde aktarılır. Teknik sırlar zanaatçı loncalar ında paylaşılır, ama d ışar ıya sızd ırılmazlar.43

P. Burke, toplum dünyası bir tarafa, bütün doğa dünyasını bile deneyler aracılığıyla incelemenin olanaklı olmadığını belirtmektedir.44 Benzer anlama gelen ifadeleri Otto (Rudolf), dışarıda duran birisi için doğal olarak herhangi bir otorite değeri taşımayan mistik durumlar ın, mistikler için kesin bir geçerlilik arz ettiğini belirtir. Ona göre mistik yaşantı, gerçekte rasyonalist birinin ulaşamadığı, hakikatle ilgili başka alanlara kapı açan bir bilinçlilik durumudur.45

August Comte (1798-1857), insanlığın üç aşamadan geçtiğini ileri sürmüştür. Birincisi, doğa olaylarının doğaüstü nedenlerle açıklandığı dinsel aşama. İkincisi, insanın felsefi ve metafizik soyutlamalarla düşündüğü metafizik aşamaydı. Üçüncüsü, deneyime ve nesnel gözlemlere dayanarak gerçeğe ulaşılan pozitivist aşama. Bu düşünceler ağır eleştiriler aldı. Bunlardan biri, doğa bilimleri modelinin maddeden farklı olarak istenç sahibi insana ve topluma uygulanamayacağıydı. Diğeri, duyguların ve ideolojilerin etkisi altında her insan gibi bilimcinin de, değil toplum bilimlerinde, doğa bilimleri alanında bile yansız kalamayacağı ‘nesnel’ bilgiye ulaşamayacağıydı. Bir

 

43 Burke, a.g.k., s.83.

44 45

 

 

 

 

diğeriyse, pozitivist bilim anlayışının toplum bilimleri alanında ‘değerler’ sorununu göz önüne almadığı yolundaydı.46

‘Haluk Nurbaki’ akılcı bilimin, dar gözlem penceresinden her şeyi çözmeye, yorum yapmaya çalıştığını belirtir. Onlar, beş duyu aracılığı ile kavramak istediği evrende bu beş duyunun ne kadar dar bir pencere olduğunu tartışmak istemezler.47 Dr. Halûk Nurbaki’nin ‘İnsan Gerçeği’ başlıklı yazısında aşk, sevgi ve nefret de kesinlikle madde ötesidir. İnsanın madde ötesi yanıdır.48 Ona göre çağımızda madde ötesi varlık kavramı fiziğe girmiştir.49

Çok yerde bilgi türleri olarak ‘gündelik bilgi’, ‘din bilgisi’, ‘sanat bilgisi’, ‘teknik bilgi’ ve ‘bilimsel bilgi’ sayılmaktadır. E. Durkheim, M. Weber, M. Scheler, K. Mannheim, P. A. Sorokin gibi birçok bilim insanı bilimsel bilgiyle diğer bilgileri birbirinden ayırmıştır. Bilimsel bilgilere mutlak ve evrensel kesinlik niteliği verirken, diğer bilgi tiplerinin, sosyal aktörlerin toplumdaki konumları tarafından belirlendiği düşüncesini savunmuşlardır. Karl Popper ise, bilimsel araştırmalarda metafiziki paradigmalar ın da (mesela yarat ılış gibi) kullanılabileceğini ileri sürerek, alışılagelmiş pozitivist bilim anlayışının karşısına çok önemli bir metot ve bakış açısı teklifi getirmiştir.50

‘Sir James Jeans’, ‘Physics and Philosophy’de fiziğin tanıdığı dünya tüm gerçekliğin yalnızca bir kesitini yansıtır demektedir.51 Francis Bacon(1561-1626), doğru ve bilimsel bilgilere ulaşılabilmesi için, ‘idola’lardan yani ‘dü şünsel putlar’ olarak çevrilebilecek bu kavram içinde duyulardan, kişisel düşüncelerden, toplumsal önyargılardan ve inançlardan kurtulunması gerektiğini ifade eder.52 İngiliz din bilgini Occamlı William ise mantık, din ve felsefe kavramlarla, bilim nesnelerle (şeylerle) ilgili bilgi dallarıdır demektedir.53

46 Şenel, A., ‘Erkenbilimden Bilimsel Bilgi Çağına Bilim Ve Bilimciler’, Bilim ve Gelecek Dergisi,
Sayı.33, Kasım 2006, s.30-31.

47 Nurbaki, H., İnsan Bilinmezi, İstanbul, 2002, s.9.

48 www.kalbinsesi.com (08.06.2006)
40 Nurbaki, a.g.k., s.82.

50 Noyan, Ö. F.,Bilgi’den Bilim Sosyolojisine

51 Keller W., Parapsikoloji(Türkçeleştiren E. N. Erendor), İstanbul, 1995, s.8.

52 Şenel, a.g.m., s.27.

53 Şenel, a.g.m., s.25.

 

Viyana Çevresi diye adland ırılan oluşum içinde genel felsefe tavr ı, felsefenin bilimsel olması gerektiği yönündedir. Viyana çevresi’nin metafiziğe bakışı da aynı çerçevede olmuştur. Viyana çevresi filozofları metafiziğe karşı çıkmışlardır. Metafiziğin doğrulama sorunu ve doğrulanabilirliğine bakıldığında; bununla ilgili Ayer,

doğrulama ve doğrulanabilirlik deneysel olgularla ilgili önermelere ilişkin kavramlardır demiştir. Viyana çevresi, doğrulanabilirliği söz konusu olmayan önermeleri bilimden ve felsefeden çıkartmak istemiştir. Onlara göre olgusal birer anlam taşımayan önermeler yalancı önermelerdir. Carnap’a göre de viyana çevresi’nde, bir önermenin anlaml ılığı onun deneye dayalı doğrulanabilirliğine bağlıdır. Carnap, doğrulanabilir önermelerin anlamlı olduğunu söyleyerek deneyi aşan ve deneyin ötesinde kalan şeye ilişkin bilgi ortaya koymak isteyen tüm önermeleri metafizik olarak adland ırır. Metafiziği yadırgama tavrında olan Carnap felsefe tarihindeki görüşlerin neredeyse hepsini metafizik sayar. Carnap, felsefe sorularını, metafizik, psikoloji ve mantık adlı alanlarda toplar. Felsefe sorularından metafizik olanların sanat alanına ait olduğunu, psikolojiyi, deneysel bir bilim alanı, kalanı ise mantığı oluşturur. Felsefenin amacı, mantıksal çözümleme yaparak eleştirel bir etkinlik gerçekleştirmektir dolayısıyla metafizik, bilgi olma bak ımından geçersiz k ılınmıştır. Bir önermenin do ğrulanması için duyusal ya da anlık algılarımıza dayanan gözlem yapmak gerekir. Bunun dışındaki önermelerin bilgisel değeri olmaz. Metafizik önermeler, madde ötesine ait olduğu için bilgisel açıdan bir şey ifade etmezler. “Öte” ile gözlemlenebilir olarak deneyin dışındaki her şey anlatılır. Bilgilerin doğruluğu sorununa açıklık getirmeyi amaçlayan Viyana çevresi, güven duymamızı sağlayıcı bir ölçüte dayanarak sorunu çözdüğü düşüncesindedir. Onlar bu ölçüte göre metafizik kavramını oluşturur. Sonuçta Viyana çevresi’nin kendi felsefe anlayışı çerçevesinde oluşturduğu bir metafizik kavramına dayanarak felsefede metafiziği yadsıdığı görülmektedir.54

Bilimsel açıdan, metafiziki yaşantılar ve meditasyonel alıştırmalardaki değişmelerin kaydedilmesiyle ilgili çe şitli imkânlara ulaşılmıştır. Beyin aktivitesini ölçmek üzere geliştirilen elektroansefalografi (EEG), kalp aktivitesini ölçmek üzere geliştirilen elektrokardiyografi (EKG) ile göz hareketlerini tespit etmek üzere geliştirilen elektrookulografi (EOG), bu bağlamda kullanılan ölçme araçlarından bazıları olarak sayılabilir55

Metafizik Tartışmaları

V MAKALELER
METAFİZİK
Fiyatı      :      TL
Ürünün Özellikleri
  • BİLGİ
  • metafizik tartışması
[dpsc_display_product]
Ürün Açıklaması Video Tanıtım Yorumlar

Metafizik Tartışmaları

Metafiziğin bir bilim dalı olup-olmamas ı ile ilgili bir bilim dergisinde: Metafizik bir bilim dalı mıdır? Bir bilim dalının, bilim dalı olabilmesi için, konusu olan materyallerle etkileşim içinde olması gerekmez mi? (Fırat Hacıahmetoğlu) sorularına cevap olarak Zuhal Özer: Metafizik, bir bilim dalı değildir çünkü bilim dalı olabilmesi için, o konuyla ilgili bilimsel gözlemler, analizler, deneyler yapılabilmesi gerekir. Metafizik ise bilim dışı konularla ilgilidir. Metafiziği bilimle ilişkilendirmeye dönük çalışmalar varsa da, bu konuda herhangi bir bulgu elde edilememiştir,18demektedir. Anlaşılacağı üzere diğer bilim dalları ile ilgili yöntemler pek kullanılamadığı için metafizik bilim olarak kabul edilmeyebiliyor. Morgan’ ın kitabında metafizik yaşantıyla ilgili olarak bir kişi gözlerini kapıyor ve havada gezerek kilometrelerce ötede olan şeyleri görebiliyor.

METAFİZİK

METAFİZİK

Yeraltına yolculuklar yaparak hangi bitkilerin büyümekte olduğunu, yeraltı ırmağında ne kadar su olduğunu ve yeni bir hayvan yuvasının nerede olduğunu ve içinde kaç tane yavru olduğunu görebiliyor. Kuşların ve hayvanların duyularını kullanarak, bunun yapılması istendiğinde, halkına ve tüm diğer canlılara yardım edebiliyor. Bu onun, bir insanın bedeninin içini görebilmesini ve orada neler olduğunu bilmesini sağlıyor. Ona gereken tek şey konuşma, müzik ya da renklerdir. Ruhsallıkla bağlantısı olmayan hiçbir dış güç, hastalık ya da kaza yoktur bir bakıma. Herhangi bir insanı iyileştirmesi için o, kendisine sunulan ruhsal gelişim fırsat ını belirlemede yardımcı oluyor.19 Bir an bu yazılanların tamamen doğru-gerçek olduğunu kabul edelim. Hatta test edelim ve doğruluğunun farkına varalım. Bu insan kendisine ve başkasına zarar vermedikten sonra, söylediği şeyler başkasına faydalı oluyorsa onu dikkate almalı değil miyiz? Kilometrelerce ötede olan şeylerle mesela bir suçla ilgili bilgi, doğru bilgi alındığında, bu bilgiyle beraber suç önlense veya suçlu yakalansa bu yanlış mı olur? Dünyanın iki kutuplu olması bu konuda da farklı bakış açılarını getirmekte. Batı rasyonalizmi, doğu mistik ve gizemli olanı simgelemekte. Doğu kültürleri Batı’da yükselen eğilimlerden.

Yani metafiziki konular her geçen gün artan bir ilgiyle araştırılmakta. Bir taraf mantıkçı pozitivistlerin, kendileriyle uyu şmayan bütün filozofları metafizikçi diye yaftalama eğiliminde olduğunu belirtmektedir. Onlara göre metafiziğin sözcük anlamı boştur ve metafizikçi gürültü eder, fakat hiçbir şey söylemez. Kantçılar da benzer düşünür: Onlar için Kant’tan farklı görüşte olan herkes metafizikçidir; bu onlarda metafizikçilerin bo ş konuştuklar ı anlamına değil, eskimiş ve felsefe dışı oldukları anlamına gelir,20 diyor. Diğer taraf ise; doğru, gerçek bilgiye ulaşmak için, duyu organları ve akılla birlikte sezginin de kriter olarak kabul edilmesi gerekir diyor.

Bergson’a göre metafizik, ‘hakikat’in bilgisine ula şmamızı sağlayan ‘bilim’dir ve hatta kendine özgü yöntemiyle gerçekleştirilecek çok özel türden bir bilme etkinliği olarak bilimdir.21 Tarih içinde din ve metafiziğin çok ciddi eleştirilere maruz kaldığı ve her şeyin bilimsel ilke ve normlara göre açıklandığı zamanlar olmuştur. Mantıkçı pozitivizm olarak bilinen bir akım, pozitivizmin 20. yüzyıldaki bir devamı niteliğindedir. ‘Mantıksal atomculuk’ olarak da adlandırılan bu felsefi akım, metafiziğe ve dine ağır eleştirilerde bulunarak metafizik ve dinsel önermelerin anlamsız olduğunu ileri sürmüştür. Herbert Feigl, Philipp Frank, Moritz Schilick, Rudolph Carnap ve A. J. Ayer gibi filozoflara göre, bir önermenin bilişsel ya da bilgisel bir anlama sahip olup olmadığını belirlemede temel ölçüt doğrulanabilirlik kriteridir. Bu akıma göre dinsel ve metafizik önermeler, deneysel olarak doğrulama kriterine uymadıklarından anlamsızdırlar.22 Mantıkçı pozitivizm, 1920’li tarihlerden bu yana uzun bir süreç geçirmiştir. Bu süreçteki filozoflar artık metafizik, teoloji ve dini reddetmiyorlar. Onlar hala, metafiziksel ve teolojik ifadelerin bilişsel bir anlama sahip olup olmad ığı

konusuyla ilgilenmektedirler. Birçoğu bu tür ifadelerin hiçbir öngörüsel değeri olmadığını ve onların gerçekte olgu durumlarıyla uygunluk arz etmediğini ve bu yüzden

de onların edimsel anlamdan yoksun olduklarını iddia etmektedirler. Biliniyor ki din ile metafiziğin bilimden asıl ayrılması aydınlanma ile başlad ı ve pozitivistlerce aç ığa

çıkarıldı. Pozitivist düşünce günümüzde etkisini sürdürmektedir.   Pozitivistler metafiziği, gerçekliğin duyusal dünyadan başka bir şey olduğunu iddia eden bir tür transandantalizmle özdeşleştirmişlerdir ve metafizikçi filozof bu transandant dünyanın bilgisini bize sunabilir. Pozitivistin metafizikçiye cevabı, tecrübe sınırlarını aşan bir

gerçekliğe referans olan hiçbir ifadenin literal bir anlama sahip olamayacağıdır. ‘ Pozitiviste göre metafiziksel iddialar ‘kötü gramer’ veya bilişsel anlamsız olarak elendiği gibi aynı şekilde, teolojik iddialar da elenebilir; çünkü teoloji bir tür

metafiziktir.

Fransız matematikçi M. Poincar her yeni keşif, tasavvur kabiliyetimizin yetersizliğini gösteren bir bilinmeyenle bizi kar şıla ştırmaktad ır demektedir. Hislerimize sığabilen gerçek kâinattan, gerçek ötesi bir kâinata, metafiziğe dâhil bir âleme girmekteyiz. Jennifer Trusted’a göre; mistik metafizik(din dâhil) inançlar, Hume ve pozitivistlerin iddia ettikleri kadar anlamsız ve faydasız değillerdir. Ona göre bunun bir sebebi, onları spekülatif teorilerden ve fiziksel varsayımlardan tümüyle çıkarıp atmamızın mümkün olmayışı, diğer sebebi de maddi dünyayı anlamak ve açıklamak isteyenlerin pek çoğunu tartışma götürmez şekilde motive etmiş ve esinlendirmiş olmalarıdır. Bütün bilimler metafizik inançlar sistemi öngörmüş ve mistik inançlar çoğu

sistemlerin önemli bir parçası olagelmiştir. Trusted, bilimde kanıtlanamayan unsurlar olduğu konusunda Anthony O’Hear’a katılarak, bunları da ‘mitolojik’ten çok ‘metafizik

olarak adlandırır.

Günümüzde modern bilim, tek doğru bilgi bilimsel bilgidir diyerek, diğer kaynaklara ait bilgi türlerinin başardığı, fakat bilimsel bilginin açıklayamadığı doğruları kabul etmemektedir. Modern bilim ‘niçin?’ sorusuna cevap vermekten de kaçınır, çünkü sorunun cevabı metafizikle ilgili düşünceleri akla getirebilir. Olayları daha doğru açıklayabilmek için modern bilimin metafiziki açıklamalara yer vermesi gerekir.

 

Alev Alatlı bir yazısında ‘Klasik Fizik’in doğrusal sistemleri çözdüğünü ancak gerçek dünyada doğrusal sistem olmadığını belirtmektedir. Birşeyi etkilersek, bu sonucu alırız diye kesin bir şey söylenemeyeceğini; çünkü gerçek dünyanın doğrusal olmadığını ifade etmektedir. Ona göre gerçek dünya kırçıl, gerçek dünya puslu ve gerçek dünya saçaklıdır. Siyah-beyaz olan, tertipli, düzenli olan, bilimdir, dünya değildir. Kırçıl bir dünyayı anlatmak için, içinde kırçıl kelime olmayan bir dili, bilimin dilini kullanmak sorun olmaktadır. Bu soruna ‘Uyumsuzluk Problemi’ denildiğini belirtiyor. Ona göre Eski Yunan ve Demokritus kâinatı atomlara ve boşluğa indirgedi, Eflatun dünyayı doğrularla, üçgenlerle doldurdu, Aristo siyah-beyaz mantığın kanunlarını yazdı. Bu yüzden matematikçiler ve bilim adamlar ı, aslen puslu/kırçıl/saçaklı olan evreni tarif etmek için, siyah-beyaz kanunları kullanıyorlar. Alatlı, Aristo mantığının ikili (doğrusal) sisteminde gökyüzü ya mavidir, ya da mavi değildir, demektedir. Hem mavidir hem de değildir olmaz. Bir şey, doğrudur veya yanlıştır. Dijital bilgisayar, 0/1 ikili sistemde çalışır. Bilim, siyah-beyaz düşüncenin zaferidir aslında. Yazısında Alatlı, ‘Yeni Fizik’in önde gelen iki aç ılımından birisinin ‘Kaos Paradigmas ı’, diğerinin ‘Fuzzy’, yani puslu veya saçaklı mantık olduğunu iddia eder. Bu iki açılımın, insanlığı siyah-beyaz düşünceden, kesin yargıların kabalığından, dayatmasından kurtaracağı söylenmektedir. Dünyada kesin doğru olan hiçbir tanım veya ölçü olmadığı düşüncesi, düşünce biçimimizin radikal bir değişime uğrayacağının habercisi olduğunu ifade etmektedir.29 Alatlı’nın bu değerlendirmesi, fiziğin yeni açılımlarını dikkatli bir şekilde takip etmek gerektiğini hatırlatmaktadır.

29 Alatlı, A., ‘Siyah-Beyaz Düşüncenin Cenderesi Biterken’ Zaman, 08 Şubat 2002.

30 Tevfik, R., Felsefe Dersleri (Günümüz Türkçesine Çev. M. M. Dedeoğlu), Ankara, 2001, s.37.

31 Tevfik, a.g.k., s.83.


İnsan metafizik bir hayvand ır, (Yani metafizik teriminin içermiş olduğu meseleleri düşünmeğe yarat ılışça yetenekli olan bir hayvan -ki canlı varlık demektir)30 diyen Alman filozof Schopenhauer metafizik meseleleri bizi uykudan uyand ıran ve bununla beraber, içinden çıkılmaz bir hayret girdabına düşüren meseleler31 olarak ifade etmektedir. Paulsen’in Felsefeye Giriş ‘Introduction to philosophy’ adlı eserinden ve İngilizce’ye tercüme olunmuş nüshasından iktibas ederek Rıza Tevfik ise kitabında felsefenin bütün varlık âlemini iki açıdan incelemeye elverişli olduğunu belirtmektedir. Biri felsefi bakışla, diğeri de bilimsel bir bakış açısıyla. Yani tasavvuri veya tecrübî bir surette. Ona göre bilimin ödevi, metodik bir tecrübe (experience methodique) sayesinde olaylar, tek tek olgular hakkında bilgi elde edilmesidir. Felsefenin ödevi ise kendine

 

özgü bir araştırma vetiresi (procède d’investigation) ile şey’lerin özsel gerçekliğini

ayrıca bir diğeri arasındaki içsel bağları ortaya koyabilmektir.

Emile Boutroux, âlemde zorunsuzluğun hâkim olduğunu savunan bir filozoftur. Başka bir deyişle, tabiat bilimleri ve kanunlarının tenkidine dayanarak ruhi melekelere başvuran ve ilmi zekâya indirgenemez bir zekâyı esas alan Boutroux, ‘Zorunsuzluk

Doktrini’nin kurucusu olmaktadır.   Ona göre bilimler, bir takım kanunları zorunlu olarak koymak istiyorlar ancak tabiat gerçekte, zorunsuz bir takım kanunlarla donat ılmıştır. Yani kanunlar ın varlıklardan önce gelmediğini, varlıklar ın, kanunlar ın

taşıyıcısı ve dayanağı durumunda bulunduğunu ifade etmektedir.   Boutroux’a göre tabiat kanunları, ‘deney yapan şahsın tabiata yönelttiği bir takım sorulardır. Tabiat bu kanunlara uymayacak olursa, deney yapan bu soruları değiştirmeye hazırdır’. Kısaca,

onun nazarında tabiat kanunları mutlak değil, izafi ve değişebilir niteliktedir. Değişebilir nitelikteki olaylardan mistik olay, bir tecrübeden ibarettir; kavramlarla, kelimelerle ifadesi imkânsız olan bir tecrübedir ona göre. Kendisinde tecrübe etmeyen hiç kimse, bunun ne olduğunu bilemeyecektir. Dolayısıyla böyle bir olay, dıştan incelenemez. Bu konuda bir fikir sahibi olmaya yardım eden bütün dış belirtiler, onu

anlatmakta yetersizdir.   Esrarengiz bir güç veya mucizevî bir olgu; böyle bir şeyin varlığı kabul edilse bile, bilinen kanunlar yardımıyla açıklamakta başarılı olunamayan bir olaydan başka bir şey değildir bunlar. Bu imkânsızlığın doğruluğu ortaya çıkarsa,

bilim bu olguyu açıklamak için başka kanunlar arar.

C. Sunar kâinatı bilmek, anlamak ve tefsir edebilmek için ancak tecrübe üzerine yapılacak bir şeye dayanılması gerektiğini belirtmektedir. Dayanılacak bu tecrübenin, tek bir kişinin şahsi tecrübesi olmaması gerekir. Şahsi tecrübe sadece küçük bir tasvir verebilir. Dolayısıyla tam bir bilgiye, anlamağa ulaşabilmek için geçmişin ve şimdinin bütün tecrübelerini toptan almağa mecbur olunur. Hatta sadece bilim adamının tecrübesiyle de yetinmeyip artistlerin, mistiklerin tecrübelerini de yani dış dünyanın

tecrübeleriyle birlikte iç dünyanın tecrübelerini de dikkate almak gerekebilir.

Tartışma konusuyla ilgili olarak Andruzac, hakikat arayışında sonuna kadar gitmek isteyen bir zekânın çıkış noktası, dışsal deneyimdir, demektedir. Ona göre bu bir psişizmi, bir zekâyı ve bir iradeyi barındıran bedenin, onun için olanaklı kıldığı deneyimler birlikteliğidir; varoluş yargısının çeşitli kipliklerinde bir biçimde tamamlanan ve sonunda ‘evet, böyle bir şey var’ olumlamasına ulaşılan deneyimlerdir. Bu olumlama esinlenmeyi, sezgiyi, diğer insanların deneyimlerini ve olumlamalarını görmezden gelemez ona göre. Tam tersine, onları yargılamayı ve kabul etmeyi olanaklı kılan koşulu belirleyebilir. Bu kabul, duygusalc ılığın kökeninde değildir; bilgi kaynağını sadece duyuların verilerinin oluşturduğunu öne sürmez. Bu temel ilkenin, insanın bir psişizme sahip olduğunu unutmuş olan felsefe ‘sistem’leri için korkutucu olduğunu belirtmektedir.39

Metafiziki zannedilen bazı olaylar iyice soruşturulmadan, emin olunmadan hikâye edilmekte. Örnek verilebilecek bir olayı Fontenelle şu şekilde ifade etmekte:

‘1593 yılında, dolaşan söylentilere göre, Silezya’da yedi yaşında bir çocuğun bütün dişleri düşmüş, fakat azı dişlerinden birinin yerine altın bir diş gelmişti: 1595 yılında, Helmstad üniversitesinde tıp profesörü olan Horstius adında biri bu diş hakkında bir yazı yazdı ve onun kısmen tabii, kısmen de mucizevî bir şey olduğunu, Tanrının çocuğa bu dişi Türklerden çok ızdırap çeken hristiyanları teselli etmek üzere verdiğini anlattı. Gerçekten tuhaf bir teselli vasıtası! Bu dişin hristiyanlarla veya Türklerle ne ilgisi olabilirdi? Aynı yıl, bu altın diş hakkında tarihçiler de bir şey söylemiş olsunlar diye, Rullandus bu işin tarihini yazdı. İki yıl sonra Ingolsteterus adında bir başka allame bir eser yazarak Rullandus’un fikirlerine itiraz etti, bunun üzerine Rullandus da ona gayet âlimane bir şekilde cevap verdi. Bu arada bir başka büyük zat, Libavius, altın diş hakkında bütün söylenenleri toplayarak kendi nazariyesini de ekledi. Bunların hepsi de gayet güzel eserlerdi, ama hepsinde de eksik olan bir nokta vardı: bu dişin altın olduğuna dair açık-seçik bilgi vermiyorlardı. Çocuğun dişi muayene edilmek üzere kuyumcuya gösterilince anlaşıldı ki, dişin üzerine altın bir varak fevkalade bir maharetle yapıştırılmıştı. Önce kitaplar yazıldı, sonra kuyumcuya danışıldı.’40

Polonyalı bilim adamı Ludwik Fleck’e göre bilinen herhangi bir şey, onu bilene, her zaman sistemli, kanıtlanmış, uygulanabilir ve doğruluğu belli gibi görünmüştür. Bunun yanında her yabancı bilgi sistemi de, aynı biçimde, çelişkili, kanıtlanmamış,

uygulanamaz nitelikte, hayali ya da gizemli görünmüştür.41 Bilinmeyeni, hayali görüneni uygulanabilir niteliğe dönüştürürken zor yollardan geçmek durumunda kalınıyor. Berke’nin ifade ettiğine göre Amerikan akademik çevreleri üstüne incelemesinde Veblen, sosyolojinin fenerini üniversite sisteminin karanl ık yerlerine tutmuş ve akademisyenleri, ‘papazlar, şamanlar, büyücüler’ gibi diğer ‘gizli (esoterik) bilgi’ bekçileriyle karşılaştırmıştır. Sonuç olarak bu gizli bilginin, ‘dışarıdaki herhangi birinin gözünde niteliğini, kapsamını ve yöntemini grubun yaşam alışkanlıklarından aldığı besbelli olmakla birlikte’ o grup içinde evrensel gerçek sayıldığını belirtmektedir.42 Bilgiyle ilgili bir ayrım, kamusal ile ‘özel’ bilgi aras ındad ır. Özel bilgi, ‘kiş isel’ bilgi olmaktan çok, belirli bir seçkinler grubuna özgü enformasyon anlamındadır. Devlet sırlarını ve incelenmesine bazen ‘gizli felsefe’ de denilen doğa sırlarını kapsamaktadır. Örneğin, simyagerlik sırları, bazen şifreli olarak, bazen dost ve meslektaşların gayri resmi şebekeleri aracılığıyla bazen de gizli derneklerin içinde aktarılır. Teknik sırlar zanaatçı loncalar ında paylaşılır, ama d ışar ıya sızd ırılmazlar.43

P. Burke, toplum dünyası bir tarafa, bütün doğa dünyasını bile deneyler aracılığıyla incelemenin olanaklı olmadığını belirtmektedir.44 Benzer anlama gelen ifadeleri Otto (Rudolf), dışarıda duran birisi için doğal olarak herhangi bir otorite değeri taşımayan mistik durumlar ın, mistikler için kesin bir geçerlilik arz ettiğini belirtir. Ona göre mistik yaşantı, gerçekte rasyonalist birinin ulaşamadığı, hakikatle ilgili başka alanlara kapı açan bir bilinçlilik durumudur.45

August Comte (1798-1857), insanlığın üç aşamadan geçtiğini ileri sürmüştür. Birincisi, doğa olaylarının doğaüstü nedenlerle açıklandığı dinsel aşama. İkincisi, insanın felsefi ve metafizik soyutlamalarla düşündüğü metafizik aşamaydı. Üçüncüsü, deneyime ve nesnel gözlemlere dayanarak gerçeğe ulaşılan pozitivist aşama. Bu düşünceler ağır eleştiriler aldı. Bunlardan biri, doğa bilimleri modelinin maddeden farklı olarak istenç sahibi insana ve topluma uygulanamayacağıydı. Diğeri, duyguların ve ideolojilerin etkisi altında her insan gibi bilimcinin de, değil toplum bilimlerinde, doğa bilimleri alanında bile yansız kalamayacağı ‘nesnel’ bilgiye ulaşamayacağıydı. Bir

 

43 Burke, a.g.k., s.83.

44 45

 

 

 

 

diğeriyse, pozitivist bilim anlayışının toplum bilimleri alanında ‘değerler’ sorununu göz önüne almadığı yolundaydı.46

‘Haluk Nurbaki’ akılcı bilimin, dar gözlem penceresinden her şeyi çözmeye, yorum yapmaya çalıştığını belirtir. Onlar, beş duyu aracılığı ile kavramak istediği evrende bu beş duyunun ne kadar dar bir pencere olduğunu tartışmak istemezler.47 Dr. Halûk Nurbaki’nin ‘İnsan Gerçeği’ başlıklı yazısında aşk, sevgi ve nefret de kesinlikle madde ötesidir. İnsanın madde ötesi yanıdır.48 Ona göre çağımızda madde ötesi varlık kavramı fiziğe girmiştir.49

Çok yerde bilgi türleri olarak ‘gündelik bilgi’, ‘din bilgisi’, ‘sanat bilgisi’, ‘teknik bilgi’ ve ‘bilimsel bilgi’ sayılmaktadır. E. Durkheim, M. Weber, M. Scheler, K. Mannheim, P. A. Sorokin gibi birçok bilim insanı bilimsel bilgiyle diğer bilgileri birbirinden ayırmıştır. Bilimsel bilgilere mutlak ve evrensel kesinlik niteliği verirken, diğer bilgi tiplerinin, sosyal aktörlerin toplumdaki konumları tarafından belirlendiği düşüncesini savunmuşlardır. Karl Popper ise, bilimsel araştırmalarda metafiziki paradigmalar ın da (mesela yarat ılış gibi) kullanılabileceğini ileri sürerek, alışılagelmiş pozitivist bilim anlayışının karşısına çok önemli bir metot ve bakış açısı teklifi getirmiştir.50

‘Sir James Jeans’, ‘Physics and Philosophy’de fiziğin tanıdığı dünya tüm gerçekliğin yalnızca bir kesitini yansıtır demektedir.51 Francis Bacon(1561-1626), doğru ve bilimsel bilgilere ulaşılabilmesi için, ‘idola’lardan yani ‘dü şünsel putlar’ olarak çevrilebilecek bu kavram içinde duyulardan, kişisel düşüncelerden, toplumsal önyargılardan ve inançlardan kurtulunması gerektiğini ifade eder.52 İngiliz din bilgini Occamlı William ise mantık, din ve felsefe kavramlarla, bilim nesnelerle (şeylerle) ilgili bilgi dallarıdır demektedir.53

46 Şenel, A., ‘Erkenbilimden Bilimsel Bilgi Çağına Bilim Ve Bilimciler’, Bilim ve Gelecek Dergisi,
Sayı.33, Kasım 2006, s.30-31.

47 Nurbaki, H., İnsan Bilinmezi, İstanbul, 2002, s.9.

48 www.kalbinsesi.com (08.06.2006)
40 Nurbaki, a.g.k., s.82.

50 Noyan, Ö. F.,Bilgi’den Bilim Sosyolojisine

51 Keller W., Parapsikoloji(Türkçeleştiren E. N. Erendor), İstanbul, 1995, s.8.

52 Şenel, a.g.m., s.27.

53 Şenel, a.g.m., s.25.

 

Viyana Çevresi diye adland ırılan oluşum içinde genel felsefe tavr ı, felsefenin bilimsel olması gerektiği yönündedir. Viyana çevresi’nin metafiziğe bakışı da aynı çerçevede olmuştur. Viyana çevresi filozofları metafiziğe karşı çıkmışlardır. Metafiziğin doğrulama sorunu ve doğrulanabilirliğine bakıldığında; bununla ilgili Ayer,

doğrulama ve doğrulanabilirlik deneysel olgularla ilgili önermelere ilişkin kavramlardır demiştir. Viyana çevresi, doğrulanabilirliği söz konusu olmayan önermeleri bilimden ve felsefeden çıkartmak istemiştir. Onlara göre olgusal birer anlam taşımayan önermeler yalancı önermelerdir. Carnap’a göre de viyana çevresi’nde, bir önermenin anlaml ılığı onun deneye dayalı doğrulanabilirliğine bağlıdır. Carnap, doğrulanabilir önermelerin anlamlı olduğunu söyleyerek deneyi aşan ve deneyin ötesinde kalan şeye ilişkin bilgi ortaya koymak isteyen tüm önermeleri metafizik olarak adland ırır. Metafiziği yadırgama tavrında olan Carnap felsefe tarihindeki görüşlerin neredeyse hepsini metafizik sayar. Carnap, felsefe sorularını, metafizik, psikoloji ve mantık adlı alanlarda toplar. Felsefe sorularından metafizik olanların sanat alanına ait olduğunu, psikolojiyi, deneysel bir bilim alanı, kalanı ise mantığı oluşturur. Felsefenin amacı, mantıksal çözümleme yaparak eleştirel bir etkinlik gerçekleştirmektir dolayısıyla metafizik, bilgi olma bak ımından geçersiz k ılınmıştır. Bir önermenin do ğrulanması için duyusal ya da anlık algılarımıza dayanan gözlem yapmak gerekir. Bunun dışındaki önermelerin bilgisel değeri olmaz. Metafizik önermeler, madde ötesine ait olduğu için bilgisel açıdan bir şey ifade etmezler. “Öte” ile gözlemlenebilir olarak deneyin dışındaki her şey anlatılır. Bilgilerin doğruluğu sorununa açıklık getirmeyi amaçlayan Viyana çevresi, güven duymamızı sağlayıcı bir ölçüte dayanarak sorunu çözdüğü düşüncesindedir. Onlar bu ölçüte göre metafizik kavramını oluşturur. Sonuçta Viyana çevresi’nin kendi felsefe anlayışı çerçevesinde oluşturduğu bir metafizik kavramına dayanarak felsefede metafiziği yadsıdığı görülmektedir.54

Bilimsel açıdan, metafiziki yaşantılar ve meditasyonel alıştırmalardaki değişmelerin kaydedilmesiyle ilgili çe şitli imkânlara ulaşılmıştır. Beyin aktivitesini ölçmek üzere geliştirilen elektroansefalografi (EEG), kalp aktivitesini ölçmek üzere geliştirilen elektrokardiyografi (EKG) ile göz hareketlerini tespit etmek üzere geliştirilen elektrookulografi (EOG), bu bağlamda kullanılan ölçme araçlarından bazıları olarak sayılabilir55